Sigara fabrikasından, ülke yönetiminin can damarı olan Meclis konumuna dönüştürdüğümüz mekanın giriş kapısı önünde ellerini birbirine kenetleyerek havaya kaldıran üç toplum lideri.
Dr Fazıl Küçük, Rauf Raif Denktaş ve Osman Örek.
Yeni nesilden bazılarının yüzlerini hiç görmediği, seslerini duymadığı, belki de kimliklerinden bile haberdar olmadığı bu liderlerden en yaşlısı Dr Fazıl Küçük ü ağlatan gelişme Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin ilanıydı.
Takvimlerin 15 Kasım 1983 ü gösterdiği günde, yani bundan tam 37 yıl önce, yıllarca mezalimlere göğüs germiş, katliamları göğüslemiş adada var olabilmek için her mihnete katlanmış Kıbrıs Türk insanının dünyada bir yer edinebilmek için çırpınışının, kabuğunu kırıp ortaya çıkışının tarihidir 15 Kasım.
Kimileri bu çırpınışı bir talihsizlik olarak tanımlar.
Adil olmaktan uzak, din ayırımcılığının gölgesindeki dünyanın yanlı tutumları KKTC nin ilanından sonra daha da artar. Kimileri bunu bir zafiyet gibi gösterme derdine girer.
Dış Ticaret hacmimize yapılan darbeleri KKTC nin ilanına bağlanır.
Halbuki adadaki Türk varlığına olan tahammülsüzlük bunlar için en temel unsurdur. Nitekim Annan Planı için yapılan referandumda bu niyet bütün çıplaklığıyla ortaya çıkar.
Sandıktan “evet” çıkması halinde, “olacak” diye verilen sözler unutulur gider “hayır” diyen kesim ödüllendirilir, AB girer.
KKTC nin kuruluşundan itibaren 37 yıl geçmiştir. Kıbrıs Türk insanının talihsizliği sadece dünya tarafından tanınmamışlığın, ambargolar altında ezilmişliğin getirdiği talihsizlik değildir.
Bana göre asıl talihsizlik ülke yönetimine talip olanların acizliği, yetersizliği ve ülke menfaatlerinden çok kişisel menfaatlerin önde tutulmasıdır.
Süreç içinde maalesef ülkemizde kişisel menfaatlerin önceliğine bağışıklık kazanmış bir yönetim sistemi gelişti.
Adına da “devlet malı deniz, yemeyen domuz” dendi!
Siyaseten her atılan adımın arkasında ülke menfaatlerinin değil de kişi menfaatlerinin olmayışı yadırganır hale geldi.
Buna bağlı olarak tarihinde ilk kez hükümetsiz bir kuruluş yıl dönümünü gerçekleştirdik. Böylesine kritik süreçlerden geçtiğimiz bir dönemde açıkçası bir kez daha kirli oyunlara kurban edildik.
Dünyada, Türkiye de ve Güney de Pandemi alıp başını gitmiş durumda. Her geçen gün vakalar artıyor ölümler çoğalıyor. Biz açılım kısıtlamalarına giderek ekonomik çöküntüyü tercih eden bir pozisyona girdik. Ne var ki bunun böyle devamı asla mümkün değildir.
Yarınlara umutla bakmanın önü tıkanmış durumda. Hükümet kurma çalışmaları ince hesapların tezgahında, sakız kıvamına getirildi.
Ülke “o bakanlık, şu bakanlık” tartışmalarına kurban edilir hale geldi. Her dönemde uçurum kenarındaki bir çizgide olmamızı bekleyenlerin ekmeğine adeta yağ-bal sürer konumdayız. Bir tercih yapmak zorundayız.
Ya dünyanın savaş açtığı pandeminin ülkedeki etkisini en aza indirmek için el ele vererek savaşacağız, ya da kişisel çıkarlar peşindeki siyasilerin sürüklediği ekonomik çöküntünün pençesinde parçalara ayrılarak kurda, kuşa yem olacağız!