1 Mayıs, işçi ve emekçiler tarafından dünya çapında kutlanan, birlik, dayanışma ve haksızlıklarla mücadele günü...
İlk Kez 1856'da Avustralya'nın Melbourne kentinde taş ve inşaat işçileri, günde sekiz saatlik iş günü için Melbourne Üniversitesi'nden Parlamento’ya kadar bir yürüyüş düzenlediler.
1 Mayıs 1886'da Amerika İşçi Sendikaları Konfederasyonu önderliğinde işçiler günde 12 saat, haftada 6 gün olan çalışma takvimine karşı, günlük 8 saatlik çalışma talebiyle iş bıraktı.
Tüm bu yukardakiler her birimizin defaten dinlediği ve/veya okuduğu bilgiler.
Ancak Kuzey Kıbrıs’ta özel sektörde çalışanların 160 yıl önce talep ettikleri 8 saat iş hakkı olmadığı gibi, belirli iş alanlarında çalışanların yaşam hakkı da yok.
İş Güvencesi yok... Örgütlülüğü yok.
Ülkemizde yayımlanan YeniDüzen gazetesinin 2017 Nisan ayında 1 Mayıs’a ilişkin yapmış olduğu bir haberde ülkemizde son iki yılda 90’a yakın iş kazası (ki bu bildirilen) ve son altı yılda da iş kazısından neşet eden 46 işçi ölümü gerçekleşmiş.
DEV-İŞ Başkanı Sn. Hasan Felek’in bir söyleşisini okuyorum. 2015 yılında vermiş.
Özel sektörde sendikalaşmanın çok zor olduğunu ifade ediyor ve ekliyor ülkemizde yaklaşık 20 bin iş yerinden sadece 7 iş yerinde sendikalaşmanın sağlandığını ve çalışanların toplu iş güvencesi ile çalışıyor.
Sendikalı olan iş yerlerini de şöyle sıralıyor; YENiDÜZEN Gazetesi, Kanal Sim, Dört Renk Matbaacılık, Boğaz Endüstri Madencilik, Kıbrıs Türk Petrolleri, Kıbrıs Türk Eğitim Vakfı ve Istavragono Market.
Buralarda işçiler/emekçiler Toplu Sözleşmeler ile korunmakta.
Sözleşme serbestisinin esas olduğu bir dönem ile başlayan iş hukukunun gelişim sürecinin, çalışma ilişkisinin varlığının korunması, başka bir söylemle işçinin işinin güvence altına alınmasının temel amaç olarak görüldüğü bir döneme ulaştığını söylemek yanlış olmayacaktır.
Her ne kadar ülkemizde İş Hukuku alanı yeni yeni gelişmeye başlasa da.
Nitekim, Avrupa ülkelerinde, 20. yüzyılın ikinci yarısıyla birlikte başlayan süreçte, iş güvencesine yönelik pozitif düzenlemelerin gerçekleştirildiği görülmektedir. Bu konuda yapılmış olan düzenlemeler, sırasıyla; 1945 yılında Hollanda’da, 1951 yılında Almanya’da, 1966 yılında İtalya’da, 1971 yılında İngiltere’de, 1973 yılında da Fransa’da gerçekleştirilmiştir. İş güvencesine yönelik olarak, uluslararası planda yapılmış olan en esaslı düzenleme ise, 1982 yılında kabul edilmiş olan 158 sy. ILO sözleşmesidir.
Daha önceki yazılarımızda da belirttiğimiz gibi KKTC meclisi 13 tane Uluslararası Çalışma Örgütü sözleşmesini onaylamıştır. Bunlar arasında yukarıda belirtilen 158 sayılı İşveren Tarafından İşe Son verme sözleşmesi ve 87 sayılı Sendika ve Örgütlenme Hakkı sözleşmeleri de mevcut.
KKTC’de özel sektörede çalışanlar yukarıda bahsetmiş olduğumuz verilerden de rahatlıkla anlaşılabileceği gibi örgütsüz ve iş sözleşmesi olmaksızın çalışmakta. Böylece İŞ GÜVENLİĞİ sorunu süregelen bir sorun olarak 21. Yüzyılda hala tartışılmakta.
İş hukuku alanında yapılan çalışmalarda, İş sözleşmesinin sürekliliğinin, iş hukukunda esas varsayım olması ve buna bağlı olarak da işçinin işinin korunabilmesinin temini, iş güvencesi yaklaşımının özünü oluşturmaktadır. İşçinin toplum içinde saygın bir birey olarak kabul görebilmesi ve bu haliyle toplumsal huzurun tesisi açısından da son derece önemli bir yere sahip olan iş güvencesi kurumuna yönelik tanımın, işçinin işyerindeki işinin, işverenin denetimsiz ve tek yanlı iradesinden korunabilmesi olarak verilebilmesi de mümkündür.
Tüm ekonomik faaliyet alanlarına ve hizmet sözleşmesi ile istihdam olunanlara uygulanması gereken 158 sy. Sözleşmenin 4. m. “işçinin kapasitesine veya işin yürütümüne veya işyeri gereklerine dayalı geçerli bir son verme sebebi olmadıkça, hizmet ilişkisine son verilemez” şeklinde düzenlenmiştir.
Bizde ise belirli sürelere uyarak işçinizi küçük bir tazminat ödemek sureti ile göndermek mümkün.
Bugün iki dudak arasında olan iş güvenliği sistemi, Uluslararası Çalışma Örgütü standartlarına Meclisin öngördüğü ve yasalaştırdığı şekilde getirilmeli, İş Yasası tadil edilmelidir.
Felek, Güney Kıbrıs’ta özel sektörde sendikalaşma oranının yüzde 80-90 civarında olduğunu ve sektörel bazda da örgütlenildiğinin altını çiziyor.
Kanaatimce, yasalarda ve Anayasada sendikalaşmanın önünde herhangi bir engel bulunmamaktadır. Devletin bu noktadaki rolü, örgütlenen işyerlerine devletin elinde bulundurduğu imkanlar çerçevesinde teşvikler sağlayarak bunu çekici kılmak olabilir.
Ancak bundan öte Sendikaların ciddi bir eşkilde bir araya gelip sektörel bazda örgütlenmenin pratiğini, eğitimini ve işçilere ulaşmanın yollarını bulmaları öncelikli çalışma olmalıdır.