Her sene tam da bu zamanlarda 1974 Temmuz ayına yürümekten ve o günleri hatırlayıp çevremdekilere anlatmaktan yoruldum.
Kolay değil 50-60 yıl geriye yürümek.
Bu arada bu yazı yalnızca bizim için değil. Gönüllerinden geçeni uygulama yolunda ilerlemenin veya buna karşı sessiz durmanın bedelini 50 yıl önce ödeyip her sene tam da bu günlerde derin hüznünü yaşayan Kıbrıs Rumlarına da bir mesaj ve çağrı. Olur da birileri tercüme eder diye.
İki toplumda siyasi yelpazenin her iki tarafında da kendi dünya görüşlerine uygun olarak faraziyeye dayalı kaygılar hep ön planda olmuş ve olmaya devam etmektedir. Bundan dolayı da rasyonel düşünce ortaya koyma zemini adada hayat bulmadı.
Halbuki yaşanmışlıklara dayalı bu kaygılara takılıp kalmak ya da yok saymak arasında devam eden toplumlararası ve toplumlar içi siyasi tartışmaların yerine bunları bir süreliğine de olsa gözümüzün önünde kalacak şekilde “sessizliğe park etsek”.
Ortak iş birliği ve güven artırıcı konuları Kıbrıs’ta çözüm arayışının odak noktası yapsak nasıl olur hiç düşündük mü?
“Bütünlüklü çözüm” yerine “ara çözüme” dayalı yeni siyasetin içinde ne olması ve ne olmaması gerektiğinin satır başlarını sıralamakla işe koyulmak lazım.
Öncelikli olarak ara çözüm siyasetini bu yaklaşımın ruhuna uygun bir üslup ile buluşturmak gerekliliği vardır.
Kıbrıs’ta çözüm arayışında içine girilen bu kaygılarla dolmuş çukurdan çıkışın başlangıç noktası öncelikle üslupta değişikliktir.
Bu yeni siyaset anlayışının içinde barış dili vardır. Beylik ve delikanlılık ürünü söylemler yoktur.
Bunu yaptığınız anda geçmişi unutmuş, diğer tarafı haklı çıkarmış, ihanet etmiş olmakla karşı karşıya kalırsınız ama başlangıç noktası yine de üsluptur. Bu da ya “büyüklerin” telkini ya da iki toplumun “sözcülerinin” değişmesi ile olur.
İlle de federal çözüm ya da ille de iki devletli çözüm söylemi yoktur.
Bütünlüklü çözümün müzakeresi yoktur ama ara çözümün ve takvime dayalı ara çözümler dizisinin müzakeresi vardır.
50 yılı aşkındır bütünlüklü çözüm diye devam eden sürecin çözüm üretmemiş olması yalnızca iki toplumun siyasetçilerinin başarısızlığı değildir.
BM kararları bir gerçektir ama adadaki hakikat de iki toplumda da sürdürülebilir fark yaratacak bir kesiminin buna hazır olmadığıdır.
BM parametreleri gerçeğine rağmen gözümüzün önündeki hakikati inkâr etmekten kurtulmak vardır. Üsluptaki normalleşmeden sonraki adım bunun farkındalığını dile getirmektir.
Toplumları çözüme hazırlamak için ekonomik ve sınır tanımayan çeşit türlü kriminal, çevre, enerji, sağlık, ulaşım konularında iş birliği vardır ama bu vesileyle tanınma ya da bunu fırsat bilip adanın tümüne hükmetme talebi ve niyeti yoktur.
Kapalı Maraş’ın sahiplerine verilmesi vardır. Liman ve havaalanlarının dış dünyaya açılması vardır. Bunun yaratacağı ekonomik katkının, istihdamın hesaplanması, planlanması ve iş birliği ile yıldan yıla artırılması vardır.
Bu adımların tanınma anlamına geleceği üzerinden söylem yoktur.
Liste uzayıp gidebilir. Kısaca olabileceklere odaklanmak vardır.
Toplumsal kaygıları ortadan kaldırmadan olamayacakları karşılıklı talep etmek yoktur.
Bunda ısrarın yıllardır olabileceklerin olmaması sonucunu doğurduğunun ve kutuplaştırmayı artırdığı gerçeğinin altını çizmek vardır.
Özellikle adanın her iki kesimindeki sol kesimin bunun muhasebesini yapması, siyaset ve söylemindeki statükoyu gözden geçirmesi gerekir.
Kıbrıs solunun bütünlüklü federal çözüm söylemindeki ısrarının Kıbrıs Türkünü uzunca bir süre kendi haline bırakıldığında bile muhafaza ettiği değerlerinin elden gitmesine kendi istemleri dışında olsa da katkı yaptığını görmesi lazım.
Bütünlüklü çözüme BM kararlarına uygun olarak federal devlet yapısı ile ulaşılacaksa bile bunun ara çözümlerin müzakeresindeki ilerleme sonucunda oluşacak tabana dayalı ortak bilinç ile gerçekleşmesi rasyonel olandır. Diğer bir deyişle gerekçesi de hazır bir politika önceliklendirme değişikliğidir söz konusu olması gereken. Bu değişiklikle federasyon olur olmaz hep birlikte görülür. 50 yıldır olamadı. Hedefi değiştirmeden yöntemi değiştirmek lazım.
Adada günün birinde bütünlüklü bir çözüm olacaksa bunun bir ayağı “Kıbrıslılık” değil AB üst kimliği, diğeri de ara çözüm ile iki toplumun da fazlasıyla faydalanacağı ekonomik ortak kazanım olacaktır.
Bir çözüme ulaşılacaksa bu iki gerçeğin yaratacağı çekim gücü üzerinden ancak ulaşılabilir.
Türkiye’nin AB hedefi devam ettiği bir iki hafta önce T.C Cumhurbaşkanı tarafından bir kez daha dile getirilmiştir. Kıbrıslılık değil, AB üst kimliği ve AB değerleri üzerinde uzlaşı çağrısı da bu yeni siyaset söyleminin bir parçası olmalıdır.
Tüm dünya bizim coğrafyamızın hemen dibinden başlayarak çeşitli bölgelere yayılmasına vesile olacak büyük bir savaşın çıkma ihtimali ile meşgul.
Etrafımız ateş çemberi ama Kıbrıs öncelik değil.
Kıbrıs sorununun çözümünde hem Kıbrıs Türkünün hem de Rum’un eli inceliyor.
İşin gerçeği bu.
Dıştan oldu-bittiler ile empoze edilecek yeni bir durum ile karşı karşıya kalmamak için tüm yaşanmışlıklara, birbirine zıt görüş ve tarihe mal olmuş olayları farklı yorumlamamıza rağmen ortak kazanım ve çıkarlarımız ortak paydamız olmalıdır.
Aksi takdirde gönülden geçenin peşinden giderek oldu-bittiler ile acı bedeller ödeyeceğiz.
Kıbrıs sorununu çözüp bitiremedik ama sanırım o bu adada yaşayanları bitirdi.
Artık geriye doğru yürümekten yeterince ayağımız altı acımadı mı?