Geçen hafta başı yaşadıklarımız; öyle “aklıselime davet” ya da “itidale çağrı” gibi yatıştırıcı anlayışlarla unutulacağa benzemiyor…
Toplumun vicdanı gerçekten delindi…
Asıl önemlisi; “bizler” ve “onlar” arasındaki çizgi, kalınlaştı…
“Ötekileştirme” tam bir histerik kıvama kavuştu ve galiba kalıcılık statüsünü perçinledi…
Elbette, altı siyasal partinin “birlikte” sağduyu çağrısı yapması önemli ama çok eksik…
Bu “yaşananlar”da hiç “kusur” aramayacak mıyız?
Hiçbir “sorumlu” yok mu?
Yapanın yanına kâr kalacak bir “aklıselim” modeli mi yaratacağız?
Bu “çağrıcı” partiler, “şiddet” yaratanları ve onları durduramayanları sorgulamayı gerekli görmüyorlar mı?
Kanadı kırık ve itibarını büyük ölçüde yitirmiş olan Polis; ihmalini, gecikmesini, seyirci kalışını sorgulamayacak mı?
Birilerini “adalet”e teslim etmemekte direnmeyi sürdürecek mi?
Bu işin, bir de “tazminat” yönü var…
Savcılıkta; geçmişteki birçok eylemde “devletin malına zarar vermek”ten haklarında dava açılmış sendikacıların dosyalarına bakılmayacak mı?
Afrika’nın kırılan, dökülen, talan edilen ofisindeki “zarar”ını kimse karşılamayacak mı?
Saldırganların kimlikleri bir bir belirlenirken, manşetlerde fotoğrafları yer alırken polis sadece uzaktan mı bakacak?
Şiddet, cezasız mı kalacak?
Türkiye’de bir süre önce yapıldığı gibi bazı suçlulara “yargı muafiyeti” mı uygulanacak?
İnanın; üçlü de olsa, dörtlü de; bu konuda öncelikle “hukuk” tavizsiz uygulanmazsa, alnımızdaki bu “kara leke” hep orada kalacak…
***
Geçen hafta başı yaşanan olaylarda Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın “duruşu”nu tarihe bir not düşmek adına burada ele almak istiyorum…
Ortaya çıktı ki, Sayın Akıncı olaylardan bir gün önce Pazar günü, hem Polis hem de Güvenlik Kuvvetleri Komutanı nezdinde girişimlerde ve uyarılarda bulundu…
Ayrıca; Pazartesi sabahı Meclis’e “Yemin töreni”nde hazır bulunmak için gittiğinde, “Şeref Salonu”nda beklerken dışarıda yaşananları öğrendi ve ayağa kalkarak Meclis binasından eylemcilerin taşkınlık yaptığı, Afrika binasına saldırdığı yere yürüyerek gitti.
Öfkeli kalabalıktan bazı kişiler, Sayın Cumhurbaşkanı’nın üzerine yürümeye kalktı. Laf atanlar oldu. Polis, ülkenin Cumhurbaşkanı’nın “güvenliği” konusunda da kılını kıpırdatmadı…
Sayın Cumhurbaşkanı, olay yerindeki polis komutanlarından bilgi aldıktan sonra hemen telefona sarıldı ve “Çevik Kuvvet”in oraya sevk edilmesini talep etti. “Çevik Kuvvet” oraya gelene kadar da olay yerinde bekledi. Daha sonra Meclis’e geçti ve 40 dakika gecikmeyle “Yemin Töreni”ne katıldı.
Akıncı, bu kadarla da yetinmedi. Güvenlik Güçleri ile sürekli olarak temasta bulundu. Polis Genel Müdürü’nü makamına çağırarak “rapor” talep etti. Güvenlik Kuvvetleri Komutanı’nı da çağırıp görüştü, taleplerde bulundu.
Dün; Polis Genel Müdürü’nün raporu Cumhurbaşkanı’na ulaştı. Cumhurbaşkanı tatmin olmadı. Özellikle “zanlı”larla ilgili hukuki sürecin ne aşamada olduğunu sordu. Bu işin peşini bırakmayacağını gösterdi.
Sürecin ta başından beri toplumuna çok açık ve net mesajlar verdi. Hiçbir şeyi gizlemedi. Sonraki “Barış ve Demokrasi Yürüyüşü” için de gerekli uyarıları yaptı.
Çağdaş bir “toplum lideri” gibi davrandı. Hatta yukarıda açıkladığım detaylar bazı gazetelerde yanlış aksettirildiğinde bile “sorumlu” davranarak “yangına körükle gitmemek için” fazla konuşmayı tercih etmedi…
Ama herkes birkaç gün içinde bu “duruşu” gördü, yaşadı ve takdir etti…
Saldırıya uğrayan Afrika gazetesi, Akıncı’nın hemen her davranışını eleştiren, zaman zaman eleştiri sınırlarını zorlayarak “Bay Mustafa” gibi nitelemelerle ona saldıran bir gazetedir…
İşte bu yüzden “şiddet”e karşı Akıncı’nın demokratik tavrı, bir o kadar daha bu “duruşu” değerli kılmaktadır…
Klasık, “anavatancı” milliyetçi siyasetçiler gibi “Erdoğan’ın hedef gösterdiği” bir gazeteye yönelik şiddeti görmezlikten gelebilir, “Sin da gülle geçsin” diyebilirdi…
Erdoğan’la “neden yüz göz olayım?” diyebilirdi…
Ama Akıncı, doğru olanı ve Kıbrıslı’nın siyasetinde pek görülmeyeni seçti. Çağdaş demokratik bir dünyalı “lider” gibi davrandı…
Birilerinin “hoşuna” gitmeyecek diye tereddüt içine girmedi… Bocalamadı…
Peki; kendisini iki yıldan beridir sürekli olarak eleştiren, olaylar sırasındaki “duruş”unu bile yanlış aksettiren, “arabasına binip kaçtı” diyen, Güvenlik Kuvvetleri Komutanı ile görüşmesini hafife alarak “Hangisi yalan söylüyor?” diye Akıncı’yı neredeyse “yalancı” diye lanse etmeye çalışan, Komutan’la birlikte fotoğrafını yayımlayarak “öfke”sini kontrol edemeyen bir gazete için Akıncı’nın bu biçimde davranması toplum açsından bir “anlam” taşıyor mu?
İşte asıl gurur duyacağımız “püf noktası” buradadır…
Toplumun lideri, bu olayda “şiddet”i önlemeye çalışmıştır. Hem bir gazeteye, hem de Meclis’e yönelik kaba kuvveti ve şiddeti…
Bunu yaparken, “yandaş” olmasına, karşıt olmasına bakmamıştır… Davranışının değeri de zaten burada gizlidir…
Sayın Akıncı ile “kıyaslanamaz” ama bir de Sayın Özgügün’e bakınız… “Polise güveniyorum” diyerek toplumun hassasiyetlerine meydan okumuştur. Yağcılık yapmıştır… Popülizm yapmıştır...
Kıbrıslı Türkler; “azmettiren” değil, yatıştıran…
Çatışmacı değil, uzlaşmacı…
Beğenmediği, onaylamadığı görüşlerin sahiplerini ötekileştirmeyen…
“Şiddet”e kimden ve nereden gelirse gelsin karşı çıkan…
Toplumun sadece bir kısmını değil, tümünü kucaklamasını bilen bir “lider”e sahip olduğu için gurur duymalıdır…