“20 Temmuz büyük zaferinde en büyük pay Anavatan’ın, en büyük gurur Mehmetçiğin ve Kıbrıs Türk mücahidinindir”. 1977

        

         20 Temmuz 1974, dünya tarihine özgürlük mücadelesi veren fedakar ve cefakar insanların en büyük zaferi olarak geçmiş bulunuyor”. 1978

         Kıbrıs Türk’ünün özgürlük mücadelesi ada’nın İngilizlere kiralandığı gün olan 04 Haziran 1878’den itibaren başlamıştır. Değişik evreleri olan bu mücadele ve gösterilen direniş 20 Temmuz 1974’ün de zeminini hazırlamıştır. Bu nedenle yaşananları görmezden gelme ve yok saymaya hiç kimsenin hakkının olmaması gerektiğini düşünüyoruz. Bu günlere gelmenin kolay olmadığı için yaşanmış olan olumsuzlukları da bütünün bir parçası olarak değerlendirdiğimiz takdirde sıkıntıya düşmeyeceğiz.

Kıbrıs Türk’leri olarak birincil amacımızı ada’da kalıcı olacağımızı ilgili olsun veya olmasın herkesle paylaşmak durumundayız. Bu ilkeden hareket ederken farklı düşüncelerin de olmasını doğal karşılamak durumundayız. Kalıcı olmayı düşünürken bir birimizi saymak gibi bir yükümlülüğümüzün olduğunu da unutmayacağız. En kısa sürede bu ilkenin altını bir araya gelerek doldurduğumuzda gücümüzü de görmüş olacağız.

Bugüne değin devletimizin tanınmamışlığı olgusu öne çıkarılarak bazı adımları atmadığımız veya atamadığımız biliniyor. Şu hususun altını çizmek gerekiyor. Bizim tanınmamışlığımız bizi tanımamakta ısrarlı olanların sorunudur. Uluslararası hukuk ve BM kurallarına göre devletimizin varlığı kabul ediliyor. Böyle olmamış olsa idi dünyanın değişik merkezlerinde temsilcilikler açmamıza izin verilmezdi. Dünyaya yön veren merkezlerde bulunan temsilcilikler aracılığı ile her türlü etkinliği siyasi konular başta olmak üzere yapabileceğimize inanıyoruz. Yeter ki bu merkezlerde görev yapanlar biraz cesaretli olsunlar.

Geçen haftaki yazımızda karşımızdaki unsurun Dışişleri Bakanı Bay Nikos Hristodulidis’in itiraf gibi açıklamasını paylaşmış bulunuyoruz. Bay Bakan, “AB’ne katılımın, bağımsızlığın kazanılmasından bu yana en önemli gelişme olduğunu” vurguladıktan sonra “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin o zamandan bu yana devlet niteliği kazanarak AB’nin karar alma organlarına aktif bir şekilde katılmakta olduğunu” sözlerine ekliyordu. Böyle bir değerlendirmeyi yapan kişinin sıradan birisi olmadığı yıllarca Hükümet Sözcülüğü yaptıktan sonra Dışişleri Bakanlığına atandığı biliniyor.

Şimdi bu açıklamayı değerlendirmeden önce eğri oturmadan doğru oturup doğru konuşmamız gerekiyor. AB’ne katılana dek devlet niteliğine sahip olmadıklarını da kabul etmiş oluyorlar. Bu kişiler akıllarına geldiği zaman devletimize “Sahte Devlet” diyerek saldırıyorlardı. Bay Bakan bu açıklaması ile kendilerinin de sahte ve yalan devleti olduğuna da tanıklık ediyor. Düşmez kalkmaz bir Allah diye boşuna söylemedikleri kendiliğinden ortalıklara çıkıyor. Bizden farkları ise güçlü bir Kiliseye sahip olarak siyaseten tanınıyor olmalarıdır.

O zaman yapmamız gereken bugüne dek uluslararası toplum tarafından alınmış olan bütün kararların yeniden gözden geçirilerek değerlendirme yapılması yönünde bir çabaya girişmektir. Bu konuda kaybedilmiş bir hususun olamadığını ve haklılığımızın da kabul edilmesini sağlamaktır. Geç kalınmış bir durum söz konusu değildir. Ulusal Konseyi kurarak atacağımız adımlarla fazla zaman yitirmeden zemin kazanacağımızı da paylaşmak istiyoruz. Çünkü karşımızdakilerin de sahte ve yalan devleti olduklarını en yetkili ağızdan dillendiriyorlar. Bu noktada kendimize güvenmemiz başarılı olmamızın birincil koşuludur.

Ülkemizin yeniden vatan yapılması uğruna canlarını bir gül bahçesine girercesine vererek şehit olanları saygı ve rahmetle anıyoruz.

Bir işe veya eyleme başlamanın bitirmekle eşdeğer olduğunun kabul edilmesi gerekiyor mu ne…

SEVGİ ile kalınız…