“Birleşmiş Milletler tankerleri susuz köylere su taşımakta ve insani görevini yerine getirmeye çalışmaktadır. Üzücü olan taraf bu insani görevi yerine getirirken kendilerini bir takım hislerden kurtarmadıkları ve Rum köylerinin günlük ihtiyacı giderirken Türk köylerinin günlük ihtiyacını göremedikleridir.
Bizim bildiğimiz kadarı ile Birleşmiş Milletler dine milliyete değil insanlığa hizmet gibi kutsal görev üstlenmiştir”. 1973
Dr. Fazıl KÜÇÜK
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu her yıl düzenli olarak yaşanmış olan olayları dünya liderlerinin bakış açılarından değerlendiriyor. Yaptırım gücü olmayan kararların alınmıyor olması bir anlamda sulu havan kullanmaya yönelik bir davranış olarak kayıtlara geçiriliyor. BMGK kararlarının yaptırım gücü olsa bile dünyayı yönettiği savında olan ülkelere takılıyor. Bu nedenle dünyanın 5’ten büyüklüğü sıklıkla tartışılıyor ve sıradan kabul ettikleri ülke liderlerine her yıl Eylül ayında Genel Kurulda konuşma hakkı veriliyor.
Kıbrıs anlaşmasının çözümü konusunda 7 kez denenmiş olan çözüm önerilerinin çözümsüzlük nedeni ile tıkanma noktasına gelmesi bu uygulamalar nedeniyledir. Boşlukta bırakılmış olan öneriler boşluğu bile doldurmuyor. İşin ilginç yanının da dünyanın diğer bölgelerindeki anlaşmazlıklar da Kıbrıs konusu gibi benzer kaderi paylaşmış oluyorlar. BM Genel Yazmanı Antonio Guterres Kıbrıs konusu hakkında liderlerle birlikte Genel Kurul çalışmaları sonrasında bir araya gelineceğini ve ele alınabileceğini duyuruyor. Konuya ilişkin olarak karşımızdaki unsurun acele toplantının yapılması önerisinin yeni tuzak ve oyun olduğu kendiliğinden ortalıklara çıkıyor.
BM Genel Yazmanlarının ürettikleri Annan Belgesinin oylandığı dönemin dışında fazladan dikkate alınmadığı belleklerdeki tazeliğini koruyor. Karşımızdaki unsur bu nedenle iki toplumun eşitliğini dışlayıp iki bölgeli iki toplumlu çözüm önerileri ile oyun kurmaya çalışıyorlar. Bu nedenle de artık denizin bittiğini de görmeleri gerekiyor. 50 yıldır teslim almaya çalıştıkları Kıbrıs Türklerini teslim alamadıklarına göre var olan durumun korunması için çaba harcamalarını öğrenmiş olmalarını da bilmelidirler.
Bu gerçeği gördüğü anlaşılan yönetimlerinin Dışişleri Bakanı eskisi Eratu Kozaku Markulli Türk çocuklarının EOKA teröristleri tarafından öldürüldüklerine ilişkin olarak öldürülen çocukların da fotoğraflarını kendi internet sayfasında yayınlıyordu. Bu açıklama sonrasında adı geçen kişiye sorulması gereken önemli soruların başında Bakanlık görevini yürütürken şu anda açıklanan bilgileri neden o zaman paylaşmadığı sorusunun yanıtını vermesi gerekiyor.
Bu yönlü yapılmış olan çağrıların çaptan düşmüş kişiler tarafından kabul ediliyor olması çürümüşlüğün göstergesi oluyor. Dimitris Hristofyas AKEL Genel Yazmanı olarak bir dönem de olsa Rum toplumuna liderlik yapmış olan kişinin de öldürülen Türklerin başları döndüğü için çukurlara düşmediklerini söylerken bazı parti elemanlarının da Türklerin öldürülmesine katıldıklarını kabul ediyordu. Bu ve benzeri açıklamaları yapanların günah çıkarıyor diye anılmaması ve bu açıklamalarla günahlarından arınamayacaklarının bilinmesi gerekiyor. Bu tür söylemlerle yalnızca eteklerindeki taşları dökmüş oluyorlar.
Bu sorunun Lahey’de bulunan Uluslararası Ceza Mahkemesinde belki kısa sürede sonuçlanması beklenmiyor olabilir. Buna karşın açılacak olası dava ile ortalıklara konulan belgeler ışığında yaşanmış olanlar konusunda Başta BM olmak üzere dünya kamuoyunu da aydınlatmış olunacaktır. En azından Türkiye’nin adada işgalci olmadığı da belgelenmiş olacaktır.
Bu konuya ilişkin olarak ivedilikle çalışmalar yapmamız gerekiyor mu ne…
SEVGİ ile kalınız…
30 Ağustos Zafer Bayramımızın da kutlu olmasını diliyorum…