1986 yılında UBP-TKP koalisyon hükümeti döneminde “Turizm ve Kültür Bakanlığı”nda üst düzey bürokrat olarak göreve başladığımda “kültür” adına nereden başlayacağımızı tartışıyorduk…
Elimizde ne bir “daire” ne kadro, ne yasa, ne de bütçe vardı…
Ancak; devletin “kültür” adına oynayabileceği bir rol; üstlenebileceği, katkı koyabileceği geniş bir sivil alan “bakir” olarak bekliyordu…
Kültür Bakanı İsmail Bozkurt; son derecede çağdaş bir “vizyon”la, kültürümüzün her alanında “atılımlar” yapmak, birçok “ilk”i gerçekleştirmek istiyordu…
Upuzun bir “iş programı” listesi yaptık ve kolları sıvadık…
İlk “proje”lerimizden biri; “Uluslararası Halk Dansları Festivali”ydi…
Kıbrıs’a gelmeyi ve böylesi bir organizasyonda yer almayı kabul edecek “katılımcı ülke”ler bulmamız ve onları davet etmemiz gerekiyordu…
İşte o günlerde, imdadımıza kısa adı HASDER olan “Halk Sanatları Derneği” yetişmişti…
HASDER’in yurt dışı bağlantıları çok güçlüydü ve çok kısa zamanda, beş ayrı ülkeden halk dansları gruplarının gelişini organize etmeyi başarmıştı…
Tabii; Rum tarafı bu tür davetleri önceden öğreniyor ve birçok kez gelişlerini durduruyordu… 
Bu nedenle “organizasyonu” son güne kadar gizli tutmak zorunda kalmıştık…
Bakanlıkta bu işleri yürütecek görevliler yoktu… 
Bizler de “turizm memurları”nı seferber etmiş, halk dansları ekiplerini karşılamak üzere Edirne Kapıkule Sınır Kapısı’nda görevlendirmiştik.
Ekiplerin Türkiye’ye girişlerini sağlarsak, gerisi kolaydı…
O heyecanlı bekleyişimizi, kazasız belasız Kıbrıs’a giriş yaptıklarındaki sevincimizi anlatamam…
Bazı arkadaşlarımız gözyaşlarını tutamamış, tutku ile birbirlerine sarılarak bu “başarı”yı kutlamıştı…
HASDER’in gençlerden oluşan onlarca üyesi hep bizimleydi… “Devlet” bir sivil toplum örgütü ile işbirliği yapıyor ve o güne kadar sergilenen “dışlama” politikası çöpe atılıyordu…
HASDER o günlere kadar devletin gözünde neredeyse “hain”di… “Kıbrıs Türk kültürü”ne yaptığı katkılar gözardı ediliyor, yurt dışı temaslardan dışlanıyor, şöven ve bağnaz çevrelerin “Rumcu” suçlamalarına muhatap oluyordu.
Sözünü ettiğim tutucu çevreler; HASDER’in yaptığı araştırmalarla ülkemiz kültürünün derinliklerinden bulup ortaya çıkardığı; dedelerimizin kıyafetinden, düğünlerde oynadıkları müziğe kadar her şeye karşı çıkıyor, bunları “kültür mirasımız” olarak değil, Rum’un kültürünün bir öğesi olarak görüyorlardı… 
Ülkeyi yöneten sağ siyasi kadrolar da HASDER’i bir kaşık suda boğmaya çalışıyordu…
HASDER tüm bunları aştı… Binlerce gence kucak açtı. Kültürümüzü kayda geçirdi. Kitaplar yayımladı. El sanatlarımızı gün yüzüne çıkardı, atölyeler kurdu, sempozyumlar düzenledi. 
HASDER’in yaptıkları, birçok gençlik örgütüne, belediyelere örnek oldu. Bugün halk danslarımız geniş ölçüde biliniyor ve oynanıyorsa bu HASDER’in başarısıdır…
Geçtiğimiz hafta; HASDER’in YDÜ Atatürk Salonu’nda “41 Kere Maşallah” etkinliği vardı… 
Kelli felli adamlar, çocuk sahibi anneler, otuz yıl, kırk yıl önceki heyecanla sahnede harikalar yarattılar…
Bu kadar geniş bir “kitle”nin HASDER’in bu etkinliğinde rol üstlenmesi de HASDER’in ciddi bir “ruh” yarattığının göstergesidir…
Hıncahınç dolu olan salonda HASDER’in tarihçesini görsel zenginlikler eşliğinde izlerken, “İşte Kıbrıslı Türk toplumu” diyerek avuçlarını patlatırcasına alkış tutanların “tutku”su adeta salonu egemenliği altına alıyordu…
Gerçekten HASDER’e yıllarca gönüllü hizmetlerde bulunmuş yüzlerce genci, başta gecenin mimarı Kani Kanol olmak üzere görev alan herkesi, eski başkanları teker teker kutlamak gerekiyor… 
Bir yıldönümü kutlamasının çok ötesinde belki de “ilk” kez denenen bir “format”ta gerçekleştirilen bu şölende tabii usta sanat yönetmeni Yaşar Ersoy’un katkısını belirtmeden edemeyeceğim…
Yaşar; gecede HASDER’in ruhunu; kıyafeti ve sesi ile, engin kültürü ile bütünledi ve bir meddah tavrı ile ortaya harika bir anlatımla tiyatral bir gösteri çıktı…
Hem bizi bir zaman yolculuğuna çıkardı, hem de kendimizi, kültürümüzü, kimliğimizi, Kıbrıslı Türk’ünü var eden değerleri, doyasıya tadarak keyiflenmemizi sağladı…
HASDER’in bu sıradışı tarih prespektifli şöleni, yıllar önce Mustafa Erdoğan’ın yönettiği “Anadolu Ateşi” çağrışımı yaptı bende…
Keşke, dedim bir “prodüksiyon” olarak bu geceyi; adanın her yerine, hatta başka ülkelere de taşımak mümkün olsa…
Sanırım; bu konuda Eğitim Bakanı Cemal Özyiğit’e büyük görev düşüyor…
Hemen bu projeye sahip çıkmalı ve HASDER’in bu paha biçilmez emeğini kalıcılaştırmalıdır…