“Bayraktar”lı günler ve Dr. Mirata…

 

Dr. Dt. Erdoğan Mirata… “K. T. Çiftçiler Birliği”nin kurucusu, Türk Cemaat Meclisi üyesi Behçet Mirata’nın oğlu…

İngiliz döneminde Köfünye’de (Geçitkale) doğmuş, II.Dünya Savaşı’nı, ilk ve ortaokul yıllarında yaşamış, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ilânına tanıklık etmiş bir kuşağın son temsilcilerinden biri…

30’lu, 40’lı yılları anımsayan, o günlerdeki Türk-Rum ilişkilerini deneyimleyen, özellikle 63’ten sonrasını bire bir yaşayan Kıbrıslı Türkler’in “anıları”nı çok değerli, çok anlamlı ve çok etkili buluyorum…

Dr. Mirata; İngiliz polislerinin köy karakolundaki “disiplin”ine, çevre ve hayvan sevgisine tanık olmuş, Rum dostlarının milliyetçi bağnazlıklarına öfkelenmiş, Türk bayrağını gördüğünde ağlamış bir “kimliğin” yapı taşlarını taşıyor…

Bundan iki yıl önce “Şaka Gibi…” adlı bir kitapta;çok zengin, seçilmiş anılarını topladı…

Ölümünün hemen arkasından, “editörlüğünde” katkıda bulunduğum bu kitabı baştan sona bir daha okudum…

1963-74 Bayraktarlık dönemine ait iki anısı, beni gerçekten çarptı… Dr. Mirata, 1972’de, şimdiki Meclis binasının karşısındaki “Mirata Apartmanı”nın inşaatını yaparken, sıva işleri için Rum tarafından “izinli” inşaat ustaları getirmişti. İşte kendi kaleminden başına gelenler:

“30 Mayıs, 1972 günü, Ömer Dayı diye tanıdığım yaşlıca bir adam kliniğime uğruyor. Ömer Dayı mücahit komutanlarının “Kapıcısı” durumunda olan biriydi. Bana geliş sebebi de bir komutanın emrini tebliğ etmek...

  • Doktor Bey, “İlgili” seni görmek istiyor. Hemen şimdi makamına gideceksin.
  • Makamı nerede Ömer Dayı?
  • Mısırlı’nın sarı taş binası; hemen buracıkta.
  • Peki Ömer Dayı hemen geliyorum.

O çıkıp gitti ben de tıp gömleğimi çıkarıp peşi sıra yola koyuldum. Beş dakika sonar binanın ikinci katındaydım ve Ömer Dayı da oradaydı. Beni girişte bir kenarda alıkoydular. Çağrılınca odasına gireceğim söylendi. Yaklaşık bir saat otuz dakika o mekânda, ayak üstü bekledikten sonar Ömer Dayı beni odaya aldı; “Bekle şimdi gelecek” diyerek. Orada da ayakta bir saat kadar bekledikten sonra “İlgili” geldi. Selam sabah yok. Kızgın bir şekilde: 

“Sen ne kafasız bir adammışsın. Yaptığın vatana ihanettir. Utanmadın mı  yaptığından? diyerek söze başlayınca gözlerimden yaşlar boşalmağa başladı. Kendimi toparlayarak  suçumun ne olduğunu soracak oldum. O aynı hışımla ; “19 Mayıs günü  Türk kesimine Rumları sokmuşsun; bunun suç olduğunu bilmeyecek kadar aptalmışsın.

“Komutanım, ben bu Rumları haftalardır devletimizin her gün verdiği özel yazılı izinle barikattan bizzat alır (ancak o ekibin  yapabileceği bir cephe sıvası  için)  inşaata getiririm;  aynı gün  saat 16:00’da gene benim gözcülüğümde onları geri Ledra Palace’a  götürürüm.  Dün de aynı rutin izin ve sevk işi yapılmış izinsiz hiçbir icraatım olmamıştır. 

  • Onları millî  bir günde buralara getirmenin sakıncalarını düşünmeyecek kadar aptalmışsın..  deyince  de;
  • Ben,  onların 19 mayıs günü mücahitlerin yürüyüşünü görmelerinden millî bir gurur duydum, deyiverdim.
  • Küstahlığa gerek yok. Bana milliyetçilik dersi mi vermeye yelteniyorsun gafil adam, deyince ben gene gözlerimden yaşlar boşalarak;
  • Komutanım siz sokakta misket oynarken ben milli şiirler yazardım şeklindeki tepkime hakaretler yağdırarak  beni oracıkta bırakıp gitti.

Ne yapacağımı bilemeden kalakaldım. Gitsem mi, kalsammıikilemininkorkulueşiğindedolanırkenÖmerDayıimdadımayetişti.

“Haydi artık git. (Olayın faili o imiş gibi) kusura bakma” diyerek beni azat etmişti.

Ertesi gün Ömer Dayımız sabah saat 9.30’da tekrar kliniğimde idi. Ürpermiştim.  Gene mi Ömer Dayı? Yeniden sorgulamalarmı başlayacak? Diye düşünürken o, Komutan’ın yeni çağrısını tebliğ ediyordu: “İlgili bugün de seni makamına çağırdı. Hemen şimdi.”

Kaynar sular dökünmüş gibiydim. “Son yaptığım çıkış, ona sonradan dokunmuş ve onun hesabınımı soracak?”  diyerek telâşla yolakoyuldum.

Beş dakika sonra huzurundaydım.  Beni aynı “İlgili” bu defa ayakta karşılamış hatta “Kahve içelim mi?” teklifini yapacak kadar değişmişti. Söze şöyle girdi: “Sizi tanımamışız ve tanımadan üzmüşüm. Siz Behçet Mirata’nın oğlusunuz; değil mi? Ben yanlış yapmışım; bunun suçluları da vatandaşlarınız! Onların yanlış telkinlerinin etkisinde kalarak seni üzdüm. Özür dilerim; konu kapanmıştır” diyerek beni rahatlatmaya çalışmıştı.

Dr. Mirata’nın Sancaktar’la yaşanmış buna benzer bir anısı daha var. “Şaka Gibi” adlı kitabı böylesine zengin yaşanmışlıklarla dopdolu…

Işıklar içinde uyusun sevgili Erdoğan Abim…