11 Ekim seçimlerinde; eğer 2. tur olacaksa, çok büyük bir olasılıkla bu turda Akıncı ile Tatar yarışacak…
Ersin Tatar; hem popülist, hem de polemikçi bir “siyasetçi” profili çiziyor…
Ama en büyük özelliği; kendisini UBP ile ve bu partinin geleneksel fanatik partizanlığı ile özdeşleştirmesi…
Seçim kampanyasında, UBP’liler ona müthiş “gaz” veriyor ve “partisi ile yapışık” kendi bilinmez geleceğine yürüyor…
Siyasette adeta “UBP dışında bir hiç” gibi duruyor…
Tabii; Tatar’ın UBP Başkanlığı’na gelmesi hiç de kolay olmadı…
“Siyasi hedef”ini çok önceden belirledi ve kapı kapı dolaşarak, ada üzerinde sıkmadık UBP’li eli bırakmadığı gibi, hemen hemen hiçbir cenazeyi, hiçbir düğünü kaçırmadı…
Ancak; Başbakan olduktan sonra, UBP içindeki “yerleşik” derin odakların menfaat çemberinde bir o yana, bir bu yana savruldu…
Babası Rüstem Tatar, 1986’da UBP’li üyelerin genel kurulda oyları ile adaylığı reddedilen ve UBP’de barınamayan ilk bakan olmasına karşın, kendisi bu “akıbete” henüz uğramadı…
UBP’de aslolanın “Üleşme” olduğunu, kısa sürede öğrendi ama gene de etrafında bir “gücenenler” ordusu oluşmasını önleyemedi…
Bu yılın Ocak ayından beridir partililerine devlette ne varsa “dağıtıyor…”
Bu süreçte; bu “devletçik” hem kendisinin, hem de UBP’li bazı kodamanların elinde “maskara” oldu…
Mart ayında, “Covid 19” süreci başlayınca, “Olağanüstü durum” nedeniyle Tatar’ın “Har vurup harman savuran” tavırları, neredeyse “meşruiyet” kazandı…
Muhalefetin uyuması, sivil toplumun evlere hapsedilmesi “yetkilerini kötüye kullanmak” için ona müthiş bir hareket alanı yarattı…
Kendi kendine “olağanüstü” yetkiler bahşetti… Hiçbir kurumu ya da kişiyi dinlemeyen, dünyanın en “otoriter” Başbakanı oldu…
Anayasa’yı bir kenara attı… Parti kılıcını çekti ve yürüdü…
Kimse ile “sorumluluğu” paylaşmaya yanaşmadı…
13 Mart’ta Cumhurbaşkanı Akıncı; tüm partilerle ortak toplantı yaptıktan sonra, Bakanlar Kurulu’nu acilen yazılı olarak toplantıya çağırdığında panik oldu ve “şahsi korkuları”nı toplum önünde yaşadı.
Tüm davranışlarına yansıyan seçim korkusu “Akıncı fobisi”ne dönüştü…
Cumhurbaşkanı, Meclis, muhalefet; hep birlikte bu süreci kotarmak mümkün iken, sırf bu seçim korkusu yüzünden “haşin” tavırlara girdi ve “işbirliği”ni reddetti…
Bir konuda daha şansı çok yaver gitti…
Ortaklık kurduğu Halkın Partisi; tüm eski iddialarından neredeyse vazgeçmiş, Ersin Tatar karşısında “Yürü ya kulum” moduna girmişti…
İhalesiz alımlara, sınavsız atamalara, kredilere, sanayi arsaların yağmalanmasına “gık”ı çıkmayan uysal ortağı HP; bu “devletçiğin” kıyısından köşesinden nemalanmayı tercih etmiş ve eskiden bağırarak gürültü çıkardığı tüm “iddialarından” vazgeçmişti…
Tatar, HP’nin bu “çaresizliğini” fena halde kullandı…
Hatta şimdi bile “İkinci turda ortağım beni desteklemezse” ve “Ocak’ta erken seçim var” gibi tehditlerle ortağını “zapt-ı rapt” altına aldı…
Tatar’ın Kıbrıs Türk iç siyasetinde sergilediği bu “pervasızlık” kısa zamanda, hayatında hiç ilgisini çekmemiş başka alanlara da yayıldı…
Doğu Akdeniz, mavi vatan, Maraş, iki devlet gibi uzağında bulunan birçok konuda “hamaset” bayrağını yükseklerde dalgalandırdı…
Fanatik milliyetçilikte sınır tanımadı… Dergâh ayinlerinde Arapça dualara katılmaktan zerre kadar hicap duymadı…
Siyasette onun için her şey “vacip”ti… Prensip ya da ilke söz konusu değildi…
Tutarlı olmak gibi bir derdi yoktu…
Bir gün söylediğinin tam tersini ertesi gün söylemesi mümkündü…
Corona sürecini çok kötü yönetti. Sağlığı alt üst etti. Sağlığa parti siyasetini bulaştırdı…
Cumhurbaşkanı’nın hiçbir önerisini, uyarısını dikkate almadı…
Rum tarafı ile durup dururken gerginlik yarattı… Barikatların bugün bile kapalı kalması onun sayesindedir…
Ortağı ile müşterek “Akıncı fobisi” yüzünden, bugün Türk esnafı Rum müşteriden yoksun kalmıştır.
Tüm bunlar; Kıbrıslı Türklere ve siyaset kurumuna verdiği zararlar…
Ama onun asla affedilmez asıl “zararı” AKP yetkilileri ile kurduğu “incitici” ilişki düzenidir…
Bütçeye “sıradan” yapılan ve önceden protokole bağlanmış TC paralarını her seferinde “törenle” alması ve “Size para getirdim” gibi “mutemet”lik yapması her Kıbrıslı Türkü inciten bir davranış biçimidir…
Ersin Tatar; TC’nin AKP’li yetkilileri ile “a simetrik” ilişkisini “politik avantaj” sanıyor…
Kendisinin sergilediği “zavallı KKTC” imajının, Ankara’da “Vah kafasızlar” diye karşılık bulmasını anlamaksızın içselleştirebiliyor…
Bunu “doğal” görebiliyor…
Sanıyor ki; eğilip bükülmek, TC sevgisi ile izah edilebilir…
Bunu yapmayan, dik duran politikacıyı da başkalarının “gücü” ile yenmek istemesi ve buna tevessül etmesi asla affedilemez…
Bu yüzden; parti tutsağı, popülist, fırsat bulunca otoriter, yasaları tanımayan, ihalesiz işler yapan, UBP dışında kimseyi gözü görmeyen bir Cumhurbaşkanı adayına Kıbrıslı Türkler oy vermez…
Hele AKP’ye “tavla teslim” olan, zırt pırt Ankara’ya çağrılıp cebine konan “harçlıkla” büyük iş yaptığını sanan birine bu makamı emanet etmez.
Bu seçimlerin asıl önemi buradadır.