Cenevre’de, Kıbrıs konusundaki “Beşli” görüşmelerin “fiyasko” ile sonuçlanması, elbette “sürpriz” olmamıştır…
Ancak; bu “format”ın arka planı bilinmeden, Türk tarafının ne “kaçırdığı” asla anlaşılamaz…
Herşeyden önce; 2016 yılına kadar, Rum tarafının “Beşli” modeli kabul etmediğini, tarihimiz boyunca tüm görüşmelerin, BM şemsiyesi altında genellikle “ikili” olarak yapıldığını belirtelim…
Bunun bazı küçük istisnaları olmuştur tabii…
Annan Planı sürecinde, Bürgenstock denemesi vardır ki, taraflar orada bir masaya oturup “müzakere” dahi yapamamıştı…
Gerçek anlamda “Beşli”nin Rum tarafına kabul ettirilmesi, Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı döneminde gerçekleşti…
2016 yılının “Çözüm yılı” olacağı beklentisi vardı…
Rum tarafı “beşli”nin konuşulmasını bile kabul etmiyordu… “Önümüzü bir görelim, sonra bakarız” diyordu…
Beşliyi, “Türk tarafının statüsünü yükseltmek” olarak algılıyordu…
O yıl içinde, New York’ta ilk denemede Türk önerisi olan “Beşli”yi reddetmişti…
Ancak altı başlıkta sürdürülen görüşmelerde, önemli ilerlemeler sağlandıktan sonra, sıra “toprak kriterlerinin belirlenmesi”ne geldiğinde, artık bundan kaçamadı…
Kıbrıs Türk tarafı; özellikle güvenlik ve garantiler konularının, “TC’nin de var olduğu bir ortamda” konuşulmasını talep ediyordu…
Kısacası; Rum tarafı ile Yunanistan’ı “beşli”ye zorlayan, Türk tarafının “çözüm vizyonu” ve “insiyatif” almaktan kaçınmayan tavrıydı.
Başarısız Crans Montana görüşmelerinin ardından Türkiye, “gayrıresmi” olarak “beşli”nin sürdürülmesini istediğini açıkladı.
Ancak, bunu Rum tarafı ile BM’ye kabul ettirmek, gene Sayın Akıncı’ya nasip olmuştu…
25 Kasım 2019’da Berlin’de BM Genel Sekreteri Guterres ile bir araya gelen Akıncı ile Anastasiades, “Beşli”nin toplanması konusunda uzlaştılar…
Berlin Anlaşması’nda; tam 9 maddede, Türk tezleri kayda geçmiş ve Cenevre’deki “beşli”ye giden yolun taşları döşenmişti…
Tabii; bu arada KKTC’de 18 Ekim darbesi ile Akıncı devrilince, son beş yılın “emekleri” adeta bir kenara atıldı ve bambaşka bir yola girildi…
Şimdi, Cenevre ile ilgili olarak sorulması gereken çok ciddi sorular vardır…
Birincisi; BM Genel Sekreteri Guterres, bu toplantıdan hiçbir sonuç elde edilemeyeceğini bile bile neden bu toplantıyı çağırdı?
İkincisi; neden, hiçbir “ışık” görmediği halde, birkaç ay içinde yeniden bir araya gelinmesini arzu ettiğini söyledi?
Kanımca; Cenevre’nin “püf noktası” buradadır…
Guterres; başarı şansı olmadan bir toplantı çağrısı yapmayacağını, bir başarısız sonuç için girişimde bulunmayacağını ta başından beri söylüyordu…
İki tarafın ortak arzusunu, birlikte kendisine bildirmeleri halinde harekete geçebileceğini de deklare etmişti…
Ne oldu da, bu toplantıda Guterres’in ağzından bal akmaya başladı?
Ne oldu da her zaman katılmak için “naz niyaz” eden Yunanistan, koşarak bu toplantıya gitti?
Üstelik; Türk tarafının BM parametrelerine, BM kararlarına aykırı biçimde orada “iki devlet” talebini ortaya koyacağını bile bile…
Kıbrıs konusunu birazcık bilenler, bu soruların yanıtı alınmadan, Cenevre’nin analiz edilemeyeceğini bilirler.
Gerçekten BM Genel Sekreteri’nin; “Kıbrıs’ta iki devlet” formülünü görüşmek için “mandate”inin olmadığını söylemek dışında, Türk tarafına gösterdiği “tolerans”ı neye borçluyuz?
Guterres, Kıbrıs’a gönderdiği özel temsilcisi Bayan Lute sayesinde, iki taraf arasındaki uçurumu yakından bildiği halde, ne yapmaya çalışmıştır?
Eski görüşmelerdeki “statü”sünü, Türk tarafının talebi ile kaybeden AB, masanın kenarında bile yer almamayı nasıl içselleştirebildi?
Rum tarafı için durum tabii ki farklı… Onlar için Cenevre “altın” bir fırsattı ve Anastasiades bunu, Güney Kıbrıs’taki genel seçimler öncesinde harika biçimde kullandı.
O artık, Rum tarafında, giderek güçlenen “çözüm yanlıları” nezdindeki “kötü imajı”nı azacık da olsa cilalamıştır. En azından bu seçim ortamında dikkatleri üzerinden uzaklaştırmıştır.
Peki ama BM ile AB’nin hesabı ne?
Sanırım; AB; Haziran ayında Erdoğan ile “hesaplaşmaya” giderken, elinde güçlü veriler olmasını tercih etmiştir…
Türkiye’nin “iki devlet” derken, aslında ilhakı kastettiğine ilişkin kanıtlar derlemek istemiştir…
Sanırım; bu işin ucu, ABD Başkanı Joe Biden’a kadar uzanmaktadır…
Joe Biden; Kıbrıs sorununu derinlikle bilen, yakın geçmişte buradaki çözüm girişimlerinde insiyatif almış, burada yakın dostlukları bulunan, sahadaki oyuncuları yakından tanıyan biridir…
Türkiye’nin; yani Erdoğan’ın, “Bırakınız eteklerindeki taşları döksünler”in ardından, BM’nin bu “yuryumuşacık” davranışını iyi okuyabildiğini sanmıyorum…
Siz; bir dünya platformunda BM Genel Sekreteri’nin gözlerinin içine bakarak,  
“Ey Guterres” diyeceksiniz…
Önce; insiyatif al, Güvenlik Konseyi'ne git, oradan “egemen eşit” bir devlet olduğumuzu onlara kabul ettir. Sonra da gel konuşalım…”
Bu; dünya ile kavgalı Erdoğan’ın politikasıdır ve başka türlüsü zaten beklenmezdi…
Ancak; Kıbrıslı Türkler bakımından durum daha da vahimdir.
Biz; “Cenevre”yi, sokakta bulmadık… Bu “zemin”i, çözüm istencimizle ilmik ilmik döşedik… Orada alın terimiz, emeğimiz var… Hazıra konup mirasyedi hovardası gibi bunu harcayamazsınız… Bunun “vebali” hep boynunuzda asılı olacaktır.