14 Mart 2024, Dr. Küçük’ün ve Halkın Sesi’nin doğum günüydü. Bu önemli lideri ve onun eseri Hakın Sesi üzerine birkaç satır yazmak, adeta O’nun vasiyeti olarak bir görev oldu bizim için.
Yeni nesiller Dr. Küçük’ü sadece anlatılanlarla ve resimlerle, hatta gazletesinde yazdığı yazılarla tanırlar. Dr. Küçük’ü onlara tanıtmak da bizim görevimiz olsa gerek.
Kendimi çok mutlu ve huzurlu hissediyorum. Adeta O’nun bir vasiyeti olarak O’nun misyonunu üstlenerek ve yeni nesiller için hakkında kitap yazdığım için mutluyum.
Her gün O’nunla geçen günlerimi belgelediğime inanıyorum o kitapla. Yani bir tarihi yazmak, tarih kitabı gibi yaşananları olabildiğince anlatmak bambaşka birşeydir. Şuna inanıyorum...
Her insanın anlatacakları ve anıları vardır. Geçmişte yaşadığımız acılar unutulabilir mi? Unutulamaz. O nedenle herkes önüne yeni bir sayfa açsın ve yaşadıklarını anlatsın. Bütün yazılanlar, hatta unuttuk sandığımız ama asla unutmadığımız önemli yaşanmışlıklar var. Dr. Küçük üzerinden geçmişi anlatmayı bildik ve idrak ettik, o bağlamda.
İlk kez, ben rahatsızlanınca henüz beş yaşındayken Dr. Küçük’ü eve getirmişti, rahmetlik babam. Çirkef yeşili arabası ile bizim kapının önüne park etmişti arabasını. Bir de bombeli doktor çantası vardı. Mevsim ilk bahardı.
Dr. Küçük’le ilk karşılaşmamızda karımdaki sancıyı tespit etmek için etli parmaklarıyla iyice karınımı yoğurmuştu. O muayene esnasında bir de bembeyaz gömleği dikkatime gelmişti.
Anılarımda kalan o bembeyaz gömlek, adeta hayatımın bir markası gibi onun üzerinde ışıl ışıldı.
Kıbrıs Cumhuriyeti kurulduğunda ben de henüz lise sondaydım. O yıl Dr. Küçük ada genelinde bütün lise son sınıflara ayrı günlerde bir koktey vermişti. O gidişimiz muhteşemdi. Arka balkona bakan camlığın önünde pembe çiçekler vardı. Bahçede ise uzun selviler ve menekşeler açmıştı.
Dr. Küçük’ün gözlerinde mutlu bir ışıltı vardı. İleride benim çalışma mekanım olacak olan camlığın önündeki basamaklarda bize güzel bir konuşma yapmıştı rahetlik lider. Onun sözleri bize adeta bir çivi gibi kafamıza kazınmıştı. Yine davadan ve birlik beraberlikten bahsetiyordu.
Zaman nasıl da akıp geçmişti. Halkın Sesi gazetesinde onun çifte yıldızlı yazıları çıkardı. O yazılarda o kadar büyük ve anlamlı sözler vardı ki, adeta hastası olmuştum o yazılara. Her gün okumadan edemiyordum.
Kader Kıbrıs Türkü’nün ağlarını örmüştü... Rumlar rahat durmuyorlardı. Ölen bir EOKA’cının anma töreninde atıp tutuyorlar ve ENOSİS’ten bahsediyorlardı.
1963 olaylarında çalışma şartlarım değişmiş ve adeta O’nun bir parçası haline gelmiştim. Rumlar bizi Kıbrıs Cumhuryetinden attıklarında sudan çıkmış balığa dönmüştük. Herşeyimizi elimizden almışlardı. İnandıkları birşey vardı. O da, adanın tümünün kendilerine ait olduğuna inanmış olmalarıydı. Bütün siyasetlerini bizim %30 hakkımıza rağmen, azınlık motiflerini işliyorlardı.
Bazen düşünüyorum...
Neden belediyeler Adnan Menderes ve Fatin Rüştü Zorlu’nun ismini sokaklara vermemişler... Hep bunu düşündüm.
Dr. Küçük’le bu konuyu uzun uzun konuşmuştum. Hatta hatıralarında bile temas etmişti.
“Osman, biz o güzel insanlara ihanet etmedik. Onların isimlerini liselerimize verdik. Lakin Türkiye’de yapılan darbeler bizi de etkiliyordu. Darbeci askeri erkana iyi görünmezsek, bizler bu davanın temelli kaybedileceğinin endişesi içindeydik. Nitekim epey zaman almıştı darbecilerin gönlünü almak. O nedenle Adnan Menderes’le Fatin Rüştü Zorlu’dan söz etmek, o günlerde çok zordu. Endişelerinde haklısın. Bu insanların isimleri neden bir meydana veya geniş bir caddeye verilmedi, ben de bunu sorguluyorum” demişti.
Dr. Küçük’ü ölüm yıldönümünde anarken, tümden bunlar geçti aklımdan. Bu anlatıların da tarihin bir parçası olduğunu düşünüyorum. Lakin en önemlisi Dr. Küçük’ü her zaman hatırlamak ve fikirlerinin tazeliğini korumaktır. Onu hatırlamak hepimize düşen bir görevdir diye düşünüyorum.
Bi toplumda lider olmak çok zordur. Liderlik vasfı aniden olmaz. Hayatını kendi toplumuna vakfeden Dr. Küçük’ün açtığı özgürlük ve varoluş bayrağı hala başımızın üstünde dalgalanıyor. Özgürlük ve varoluş...