20 Temmuz günü; tanklar, Dr. Küçük Bulvarı’nı ezip geçerken, tören alanına gökyüzünden paraşütçü yağarken, F-16’lar kırmızı dumanlar saçarak Lefkoşa’yı inletirken, kürsüye çıkması beklenen TC Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “şapkadan ne çıkaracağı” Avrupalıları endişelendirmeye başladı…
Bu yıl; 20 Temmuz, Kurban Bayramı’nın ilk gününe denk geliyor…
Bu yüzden o günün “milli” değerine, dinsel anlam da katılarak Kıbrıs’ta “hamaset”in dorukları yaşanacak…
Erdoğan, belki de bir İHA’nın, ya da SİHA’nın gösterisi eşliğinde, dünyaya buradan seslenecek…
Peki, Erdoğan’ın “dağarcığında” neler var?
Neler yok ki…
Geçitkale havaalanının askeri üsse dönüşmesinden tutun da, Maraş’ta yeni adımlar atılmasına kadar, bir dizi “provokatif” adımlar söz konusu…
En kötü senaryo ise “Türk Enosisi yaparım ha” tarzı bir meydan okumadır…
Erdoğan’ın, bir süreden beri AB ile tansiyonu önemli ölçüde düşürdüğü, Doğu Akdeniz’de adeta tüm adımlarını “dondurduğu” dikkate alınırsa, 20 Temmuz’un “kazasız belasız” atlatılmasına ümit bağlayabiliriz…
Ancak; ortada bir gerçek var…
Erdoğan; 8 Ekim 2020’den beridir; Kıbrıs’ta “ipleri tamamıyla eline aldığını” tüm dünyaya ilan etmiştir…
Kıbrıs’ta 8 aydan beridir; Ankara’nın “onayı” olmadan, siyasette hiçbir karar alınamıyor, hatta hiçbir atama bile yapılamıyor…
Ülke, Meclis’te çoğunluğu bulunmayan “Azınlık hükümeti” tarafından ve tıpkı Türkiye’deki gibi “kararname”lerle yönetiliyor…
18 Ekim seçimlerinde adeta bir sivil darbe ile alaşağı edilen Akıncı’nın yerine oturtulan Ersin Tatar, günde en az üç kez Erdoğan’a “şükran” çekerek “bağlılığını” bildiriyor…
En kötüsü; ülkeyi yöneten UBP’nin kurultay yapması, kurultayda kimlerin aday olacağı, Ankara’nın “icazet”ini bekliyor…
Hatta, erken genel seçim tarihinin belirlenmesinde bile “Anayasa dışı” yöntemler kullanılıyor…
Kıbrıslı Türkler’in 1963’ten beridir kurmaya çalıştıkları “demokratik yönetim” mekanizmalarının neredeyse tümü, bir çırpıda bir “kağıttan kale” gibi devrildi, fiilen el değiştirdi…
Buradaki alt yapı yatırımlarının büyük bir bölümü, artık Ankara’da bağlanıyor ve “yandaş” müteahhitler buralarda adeta cirit atıyor…
Ne yazıktır ki tüm bunlar; “hoyratça” ve Kıbrıslı Türkleri “incitici” biçimde göstere göstere yapılmaktadır…
Öyle sanıyorum ki; 8 Ekim’de “Maraş açılımı”nın, Sayın Erdoğan tarafından ilanından bu yana hem Avrupa hem de dünya “olanı biteni” çok iyi anlamıştır…
Avrupa; Erdoğan’ın “Kıbrıs kozu”nu masaya sürmesinden bu yana, Türkiye ile ilişkilerde “tolerans” katsayısını artırmış görünüyor…
Erdoğan’ın; Almanya, Fransa, İtalya gibi ülkelerin tavırlarındaki “yumuşama”yı, Kıbrıs’taki “sertlik” politikasına borçlu olduğunu düşünmeden edemiyorum…
Yani bana göre; Erdoğan, geçen Ekim’den bu yana, bu ülkelerin liderlerinin kendisi ile konuşmak zorunda kalacağı bir yeni “koz” üretmiştir.
O da avucunda her an “sıcak patates”e dönüşme tehlikesi de barındıran Kıbrıs’tır…
Kıbrıs Türk toplumunda “irade”nin çarçabuk nasıl el değiştirdiğini, Avrupalılar da, BM de apaçık biçimde görmüşlerdir…
Avrupalılar; otoriterliğin, kararlarda tek kişi hâkimiyetinin nelere mal olabileceğini, tarihlerindeki acı deneyimlerden ötürü çok iyi bildikleri için “Aman ha, bir delilik olmasın” kaygısına düşmüşlerdir…
İşte tüm bu saptamalar ışığında, Erdoğan’ın bu aşamada Kıbrıs üzerinden, AB ile ilişkilerde “geçici” de olsa bir miktar “tolerans” sağladığını söylemek abartma olmaz.
Avrupalılar şimdi; bu “tolerans”ın karşılığında, “olumlu bir sinyal” beklemektedirler…
Kimden?
Tabii ki; Kıbrıs konusunda tüm ipleri eline almış bulunan Erdoğan’dan…
Artık; Kıbrıslı Türkler yoktur… Erdoğan vardır…
Bu yüzden de, Brüksel’de hiçbir AB yetkilisi Ersin Tatar ile görüşmeyi kabul etmemiştir.
Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen de, 20 Temmuz endişesini Erdoğan’a telefon açarak bildirmiş, bu ziyareti yakından izleyeceklerini açıklamıştır.
Tatar’ı görmeyi reddeden Leyen; "Bu bizim için çok hassas bir konu. Bu ziyaretin elbette nasıl geçeceğini gözlemleyeceğiz.” demiştir.
Leyen; “Avrupa Birliği olarak iki devletli bir çözümü asla kabul etmeyeceğimiz konusunda çok netiz” derken, BM Genel Sekreteri Guterres de, yine Brüksel’de AB’nin 27 ülkesine “İki devlet formülü ‘non-starter’dir” demiştir.
Yani; Erdoğan’ın “tez”leri dünyanın hiçbir uluslararası kurumunda zerre kadar kabul görmemektedir ama, yine de Kıbrıs’ın etinden, sütünden nemalanmaktadır.
Tatar’a da, Brüksel’de “önerimizi AB ciddiye almalıdır” demekten başka bir görev kalmamaktadır.
Erdoğan’ın, son zamanlarda Suriye’den Libya’ya, oradan Doğu Akdeniz’e, Yunanistan’a, Amerika’ya kadar sergilediği göreceli “ılımlı” dil ve siyaset, Kıbrıs’a gelince hemen “katı”laşsa da, bu “şahinlik” sayesinde Avrupalılar’a ulaşmakta, Leyen’in telefonlarına muhatap olmaktadır.
Avrupalılar, yukarıda sıraladığım “uyarı”ların ötesinde “Türkiye ile iyi geçinmek” istediklerini göstermişlerdir.
AB; Rum tarafının ağzına da bir miktar “bal çalmayı” ihmal etmemiştir.
“AB Liderler Zirvesi”nin sonuç bildirisini öyle okumak gerekiyor sanırım.
Şimdi soru şudur: Erdoğan “mecburiyetten” dünyada esnerken, Kıbrıs’ta şahinleşmeyi sürdürecek mi?
Temmuz “bombası”nın pimini çekebilecek mi?
Bayram ola hayrola…