Bizim gibi ekonomik, kültürel ve siyasi gelişimini tamamlayamamış toplumlarda siyaset bir noktadan sonra cahilliğin tarihini temsil eder duruma düşüyor. Seçenler ile seçilenler arasında ders çıkarılamayan bir kısır döngüye dönüşüyor. Bu aralar o kısır döngünün “dibelik” kötüye giden bir yola girdiği noktasında partiler üstü bir mutabakat var.
Farklı gibi gözüküp aslında aynı kavramlardan beslenen gelişmeleri sanki de geçmişte yaşananlardan farklıymış gibi tek tek yorumlamak yerine toptancı bir yaklaşım ile kök sebebini irdeleyip önceden yazmakta bunun için fayda var.
Ne zaman denetimsizlikten, başı boşluktan bahsedilse ya da hangi partinin hükümeti olursa olsun gündeme bir şekilde giren suiistimallerden dem vurulsa aklıma bunların tümünü önlemek için kurgulanan kontrol noktalarının oluşturduğu denetim mekanizması gelir.
Konu hakkında bildiklerimi tek cümlede özetleyecek olsam, denetimin gücü kontrol amacı ile konan kontrol noktalarının toplamı kadar değil, kurumdaki bu kontrol mekanizmasının çalışan ve kurum dışı paydaşlarda yarattığı algı kadar güçlü olduğunu söylerim. Bunun için de kurumu temsil eden yönetim kadrosunun en önemli kontrol olduğunu da ikinci cümle olarak eklerim.
Denetim mekanizmaları da doğadaki birçok şey gibi yıpranmaya ve çürümeye meyillidir. Kurulmuş olması ve bir süre çalışıyor olduğu her zaman çalışacağının garantisi olmaz.
Sıklıkla gözlemleyerek gözden geçirmek ve güncelleyerek farkındalık yaratmak kurum içinde oluşturulmak istenen denetim ve kontrol algısına en büyük katkıyı yapar. En tepedekilerin ara ara bazı konularda derinlemesine sorgulama yapması yarattığı algı açısından en etkili kontroldür.
Yönetimin dürüst olması ya da her fırsatta dürüst olduğunu söylemesi faydalı olur ama yetmez. Dürüst de gözükmesi gerektiğinin bilincinde davranış sergilemesi gereklidir. Kendini bu derece yüksek standarda tabii tutarak yorulan yönetimin olduğu yerdeki kontrol algısı da bir o kadar yüksek olur. Konuyla alakalı değil ama ben yıllarca her ayın 2-3 gününün tümünü şirketlerin iç denetim raporlarındaki bulguların üzerinden geçildiği toplantılara aktif katılım sağlayan patron tecrübe ettim.
Şimdi adadaki ve Türkiye’deki gündeme bakıp bunları yazmış olmak biraz komik oldu değil mi? Siyasi ve ekonomik gelişimimizi tamamlamamız için temeldeki eksikliklerden biri burasıdır.
Seçmen olarak suiistimallerin olmasını istemiyorsanız yalnızca dürüst olduğunu düşündüklerinizi değil o kültürün devlette sürdürülebilir şekilde yerleşmesi için katkı yapacakları tercih etmek elzemdir. Bu iki kavram arasında fark vardır. Vicdan muhasebesini kendi iç sesimizle yapıp inkâr sürecinden artık çıkmamız lazım. Bize kafayı sağa sola çeviren cebi boş pasif dürüstler değil, cebi boş proaktif dürüstler lazım.
Elbirliği ile emek vererek oluşturduğumuz bu siyasi cahilliğin tarihini konuları münferit suiistimallere takılıp kalarak değil daha geniş bir perspektiften ele alarak farkındalığı artırarak kökten kırmak lazım.
Konu hakkında siyaseti seçeni ve seçileni ile içine alan cahilliğimizi başka nasıl aşarız bilemedim!
Not: Yine de nereden çıktı bu yazı diye düşünüyorsanız. Konu çok. İstanbul da “sürgün hayatı” süren eski bir Başbakan hakkındaki basına da aleni bir şekilde yansımış para transferleri ile ilgili somut iddialara hiç cevap vermeden kurtarıcı olarak ortaya çıkmasından tutun da Kıb-Tek’in mazot ihalesi ile ilgili bakanın ihale sonuçlandı deyip mazotun hangi rafineriden alınacak olduğunu ortaya koyacak opsiyon belgesinin gecikerek ortaya koyulması ve hiç de tatmin edici olmamasına kadar uzanıyor. İşin sonunda devletin kurumunu kara listeye sokmak var. Seçenlerin işin kaynağında müdahalesi şarttır. Bilmem ne demek istediğimi anlatabildim mi?