Koalisyonun iki partisinin başkanları, “fantastik” çıkışlarıyla çözüm çabalarını sabote etmeye uğraşsalar da; Kıbrıs sorununda “kıpırdanmalar” gözle görünür olmaya başladı…
Türk tarafı; Crans Montana’da masa üzerine devrilmediği için, Rum tarafından daha az “sıkıntılı” bir pozisyonda bulunuyor…
Gerçi “hükümet” kuran sağ iki parti, “sertlik” yanlısı tutumları ile bu “pozisyon”u sulandırmaya çalışıyorlar ama ne AB ne de BM’nin bu iç politikaya yönelik pohporozlukları ciddiye almadığı görünüyor.
9 Ağustos’ta yer alan Akıncı-Anastasiades görüşmesinin; hem masada neyin var olduğunu göstermesi, hem de olası yol haritasını işaret etmesi bakımından hayli verimli geçtiği söylenebilir.
Gerçi “Kontr-gerilla” eğitimi almış, birkaç soğuk savaş kalıntısı sözümona köşe sahibi, medyada bu görüşme ile “dalga geçmeye” çalıştı ama bunun “objektif değerlendirme” değeri taşımadığı kolayca anlaşıldı.
Bu görüşmenin, Eylül ayında “Üçlü görüşme” masasının kurulması kararını üretmesi, aslında gidilecek yolda bir “ara durak” olarak kabul edilmelidir.
Türk tarafının asıl “niyet”i; “Beşli Konferans”a giden yolu açmaktır.
BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs Özel Danışmanı Madam Lute’un, böyle bir konferans için çalışmalar yaptığı biliniyor.
Kısacası; BM ile Türk tarafının şu anda “aynı doğrultuda” hareket ettikleri söylenebilir.
Yunanistan’daki hükümet değişikliğinin böyle bir konferansın toplanmasında gecikmeye yol açması, hatta yeni Yunan Hükümeti’nin bu sürece “takoz” koyması da birer “ihtimal” olarak karşımızda durmaktadır.
Ancak “net” olan bir durum vardır; o da Türk tarafının bu süreçte “proaktif” politika izlediği ve BM ile “işbirliği” yaptığıdır.
Tabii “Türk tarafı” derken, elbette Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’yı ve Türkiye’yi kastetmekteyim.
Sayın Akıncı’nın bu “politika”da, Türkiye’yi de yanına aldığı, Rum tarafına sunduğu önerileri Ankara’nın desteği ile yaptığı apaçık biçimde görünüyor.
TC Savunma Bakanı Hilmi Akar’ın, KKTC’de verdiği “mesajlar” Akıncı’nın sürdürdüğü politikaya “karşıt” bir duruş içermiyor…
Türk tarafının “resmi” pozisyonuna halel getirecek, BM ile çatışan, resmi tezleri alt üst eden bir üslup kullanmadı Sayın Akar…
Yalnızca “Bütün seçenekler masada olmalı” gibi, Çavuşoğlu’nun ikide bir tekrarladığı “retorik”le konuşmalarını süsledi…
Aslında, Cumhurbaşkanı Akıncı ile Anastasiades, Türkiye’nin bu “isteği”ni de yerine getirdiler…
“Merkezi güçsüz, kanatları güçlü federasyon”u konuşmaya karar vermeleri, masada farklı seçeneklerin de görüşüleceği anlamını taşıyor…
Ama bir tek şartla; BM parametreleri içinde…
İşte bu noktada; bizim hükümetin iki ortağının “iki devlet” fantazisinin masaya getirilemeyeceği, bunun hem Rum tarafı hem de BM tarafından asla kabul görmeyeceği net biçimde bir kez daha ortaya çıktı.
Zaten, Türkiye’nin resmi ağızlarında da BM’ye karşı, temel Türk tezlerine karşı bir söylem yer almıyor…
Dünyaya meydan okuyan; gemilerin üzerine çıkıp “muzaffer komutan” pozları veren bizim yerel politikacıların söylemleri ise, “fanatik” kesimlerin ganimetçi hırslarını tahrik etmekten başka bir işe yaramıyor…
Bu “Türkün Türk’e propagandası” iç siyasetimizde bazılarının ruhunu okşasa da, dış dünyada Kıbrıslı Türkler’e “itibar” kaybettiriyor…
Bunu da, hükümetin iki “fanatik” ortağı bol bol yapıyor…
Bereket versin ki; öte tarafta, yani Kıbrıs sorununu yürüten Cumhurbaşkanlığı’nda “gerginliklere” karşı, barış ve çözüm dilini kullanan, şiddete karşı çıkan bir lider var…
Sayın Akıncı’nın “Doğu Akdeniz’de gerginliklerin azaltılması”na ilişkin olarak yürüttüğü “proaktif” politika, dış dünyada, BM çevrelerinde “olumlu” izler bırakıyor.
Bunun en açık kanıtı; BM Genel Sekreteri’nin Sayın Cumhurbaşkanı’na gönderdiği son mektuptur.
BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, mektubunda Akıncı’nın Kıbrıslı Rum lider Anastasiadis’e yaptığı önerileri ve belirttiği endişeleri dikkatli bir şekilde not ettiğini belirtti ve “Gerginliklerin azaltılması için tüm çabalar memnuniyetle karşılanmaktadır” dedi.
Bunun anlamı; bu önerilerin ciddiye alındığı, hatta desteklendiğidir.
Guterres; Cumhurbaşkanı Akıncı’ya hitaben “Sürdürebilir bir çözüme olan bağlılığınızı ve daha fazla Güven Artırıcı Önlemi almaya hazır olmanızı takdir ediyorum” derken, aslında Türk tarafını ciddi biçimde görüşmeler yolu ile sürdürdüğü çözüm çabalarına destek vermektedir.
Demek ki neymiş? Türk tarafı, BM’nin gözünde “çözüme bağlı” bir toplum görüntüsü vermekte ve takdir edilmektedir.
Bizim, yarım asrı aşkın zamandan beridir, BM raporlarında “çözüm karşıtı” diye suçlanan taraf iken, bugün bu noktaya gelmemiz az şey midir?
Bu “itibar”ı; iki yerel politikacının “savaş tamtamları” ve gerginlik politikaları ile gölgelemesine elbette izin verilemez.
Çözüm yoksa da; “yol haritası” Türk tarafının Cumhurbaşkanı Akıncı tarafından yürütülen bu istikrarlı politikalarına uygun biçimde “Beşli Konferans” limanına varırsa, işte o zaman herkes eteğindeki taşları dökecek ve her şey ortaya çıkacak.
Eylül’den sonra bizi sıcak bir kış karşılıyor olabilir. Göreceğiz.