1985 yılında, ilk UBP-TKP koalisyonunda İsmail Bozkurt “Turizm ve Kültür Bakanı” olmuştu…
Turizmde bir Müsteşar ve iki daire müdürlüğü vardı…
“Kültür” adına ise ortada ne bir daire, ne bir yasa, ne de bir görevli vardı…
İsmail Bozkurt, kültür alanında çok iddialıydı… Kafasında yığınla kültürel proje vardı…
Dereboyunda kiralık bir apartmanda görev yapan Bakanlık, her gün sanat ve kültür insanları ile dolup taşıyor, sivil toplum örgütleri büyük umutlarla “kültür”ün bir an önce örgütlenmesini talep ediyordu…
İsmail Bozkurt’tan bir gün bir “davet” ve “teklif” aldım…
“Gel birlikte çalışalım,” dedi… Öğretmendim ve bu mesleği bırakmak istemiyordum… İşi bir müddet oyaladım. Sonunda çocukluğumdan beri tanıdığım, büyük saygı duyduğum İsmail Bozkurt’a “evet” dedim…
Hızlı bir başlangıç yapmıştık… Kültür alanında “el değmemiş” konular vardı… Kolları sıvadık… Upuzun bir “iş planı” yaptık… Kültür Yayınları’nı başlattık… Kültür dergisini yayına soktuk… Arkasından “Kıbrıs Ansiklopedisi” çalışmasına başladık… Uluslararası Halk Dansları Festivali’ni organize ettik... Devlet Resim Heykel Sergi’ni planladık. “Kültür Dairesi”ni kurmak için yasasını hazırladık.
Her gün, her akşam komisyonlar toplanıyor, çoğu “amatör” katkılarla gerçekleşen etkinlikleri bir tek kültür memuru olmaksızın yaşama geçiriyorduk…
Bakanlık olarak “Kültür Yayınları”nı başlatmaya ve Kıbrıslı Türk edebiyatçıların, sanatçıların eserlerini basmaya karar vermiştik.
Hem de ilk kez “telif ücreti”ni de ödeyerek…
O günlerde kitap yayınlamak neredeyse mümkün değildi… Hem çok pahalıydı, hem de teknolojik olarak kaliteli kitap basılması çok zordu…
Tam beş tane kitap basmıştık… Bakanlığın ilk yayını;Harid Bey’in, 1931’de yayın yaşamına atılmış “Masum Millet” gazetesini ve sahibi Con Rifat’ı anlatan “Kıbrıs’ta Masum Millet Olayı” adlı kitabıydı…
O günlerde Harid Bey, sık sık bakanlığa geliyor ve bizimle işbirliği içinde ciddi katkılar koyuyordu…
Bir gün, Bakan Bozkurt’un odasında “Kıbrıslı Şair Kenzi diye biri var. Onun peşine düştüm. Ancak destanlarına ulaşamıyorum” dedi…
Beni gerçekten bir merak ve heyecan sarmıştı… Bir İstanbul ziyaretimde, Beyazıt Kütüphanesi’nde uzun bir mesai yaparak bu konuyu araştırmıştım…
Bir süre sonra, koltuğumun altında 22 tane kültürel proje ile Ankara’ya resmi bir ziyaret yaptığımda, “Kütüphaneler Genel Müdürü” ile tanıştım…
Birçok işbirliği projesine ciddi katkıları oldu. Bu arada kendisine “Kıbrıslı Şair Kenzi’nin divanını arıyoruz” dedim…
“Ben, bütün kütüphanelerimizde bir araştırma yapayım, size haber veririm” dedi…
Ardan birkaç ay geçti… Bir gün bana telefonda “Müjdeyi verin, Kenzi hakkında yığınla malzeme bulduk.” demez mi?
Meğer, küçük yaşlarda Kıbrıs’tan Türkiye’ye göç eden Kenzi, Edirne’de ölmüş ve oraya gömülmüş. Onunla ilgili birçok yayın Edirne’deki Devlet Kütüphanesi’nde muhafaza edilmiş…
Hemen Edirne Kütüphanesi ile irtibata geçtim. Fotokopilerle mikrofilmleri hazırlattım ve onları KKTC İstanbul Başkonsolosluğu’na teslim etmelerini istedim.
Masraflarla, ödemelerle, bütçe ile bürokrasi ile günlerce uğraştığımı anımsıyorum…
Ama sonunda kocaman bir kutu içinde Kenzi’nin şiirlerine, destanlarına ulaşmıştık…
Harid Fedai Bey’e bir gün telefon açıp “müjde”yi verdiğimde, nasıl sevinç çığlığı attığını hiç unutamam…
Harid Bey, yıllarca bu “divan” üzerinde çalıştı ve Kenzi’nin destanlarını birçok edebiyat sempozyumunda sundu, sonra da kitaplaştırdı…
Kitaplarının önsözünde de bana teşekkür etmeyi ihmal etmedi…
Geçenlerde Harid Bey’in ölümünü duyunca, bu Kenzi öyküsünü anımsadım.
Harid Bey aslında bize kocaman bir “kültür hazinesi” miras bıraktı…
30 dolayında kitap, 300’ü aşkın makale…
Müthiş Osmanlıca bilgisi, eski yazıya hakimiyeti nedeniyle birçok “bilinmez”i gün ışığına çıkardı…
Her bir “araştırmaya” tüm benliği ile sarılıyor, kaynak kişi ve belgeleri bulana kadar rahat etmiyor, hatta bu işlere ciddi paralar da yatırmaktan çekinmiyordu…
Tabii, kendinden önce, o alanda birileri üstünkörü araştırmalar yapmış ve yanlış bilgiler ortaya atmışsa, bu kişileri yerden yere vuruyor, yanlışlarını deşifre etmekten çekinmeyerek adeta hesap soruyor…
Taşlamaları ise bir başka alemdir Harid Bey’in… Bazı politikacı, sendikacı, gazeteciler için yazdığı “taşlamaları” telefonda bana okumaktan büyük keyif aldığını gördükçe, karşısında çok iyi bir dinleyici oluyordum…
Harid Bey’le her sohbetimde; ister salaş bir balıkçı barakasında olsun, ister bir lokantada; ondan hep hiç bilmediğim şeyler öğrendim…
Onu hep pür dikkat dinledim… Şiire tutkusuna, taşlamalarına, Aruz veznine olan hakimiyetine, ama hepsinden önemlisi hak edilmiş “Üstat”lığına hayranlık duydum…
Önünde saygı ile eğiliyorum…