Büyük değişim ve dönüşümler başlangıçta imkansız gibi gözükür. Değişim kavramı başlangıçta imkânsız gibi görünen öngörü ve söylemlerle başlar.
En zengin diye düşündüğümüz ülkelerin bile bu değişim dönüşüm ile aslında neyle karşı karşıya kaldığını, birçok uluslararası şirketin giderek ortak paydası haline gelen bir söylemden alıntı yaparak değerlendirmeye başlayalım.
‘’One system…One family…One great community of people who believe they are part of something larger than themselves’’
 
‘’Bir sistem... Bir aile… Bireylerin kendi toplamlarından daha büyük bir şeyin parçası olduğuna inandığı bir büyük toplum…
Son derece masum bir cümle.
Cümlenin sonunda ‘’toplum’’ diye bahsedilen yaşadığımız dünyanın tümü. Sınır yok, ortak bir sistem ve kanunlar zincirinin olacağı ülke egemenliklerinin sınırlandığı bir toplum düzeni hedefini çağrıştırıyor.
İşte bu öngörü ile birlikte yaşanan çeşit türlü krizler karşısında ülkelerin içine düştükleri çaresizlik, dünyanın nereye doğru gittiğine dair ipucunu da içinde mi barındırıyor diye düşündürtüyor.
Dünya bugüne kadar olmadığı şekilde ardı ardına gelen sınır tanımayan problemlerle meşgul.
Global ısınma ve bunun sebep olduğu doğal afetler, giderek yetersiz kalan dünya su kaynakları, artan açlık ve çaresizlik içerisinde bunu seyreden ülkeler.
 
Mali piyasalardaki krizlere sebep olan ülke bazında düzenlenmiş yetersiz ve uygulamaların çok gerisinde kalmış serbest piyasa kontrol mekanizmaları.
 
İnsanların artan seyahat etme serbestisi ile birlikte kuş ve domuz gribi ve sonunda pandemiye dönüşen Covid gibi salgın hastalıklardaki artış, ülke bazında mücadelenin zorluklarını ortaya çıkardı.
 
Giderek sınır tanımayan ve bir ülkenin aldığı kararlarla pek bir ilerleme kaydedemeyeceği sorunların ön plana çıktığı veya çıkarıldığı bir dünya düzenine kontrollü ya da kontrolsüz bir şekilde yol aldık. Sanırım 2000’li yılların başından itibaren tanık olduklarımızı bu şekilde özetleyebiliriz.
 
Bu sorunlar, güçlü ülkelerin bile tek başına ne kadar yetersiz kalabileceklerini,  kendi vatandaşlarına göstermeye başladı.
 
Sorunların küresel boyut kazandığı bir ortamda dünyanın ülkeler bazında örgütlendiğini unutmamak lazım.
 
Bu aşamada, dünyada ülkelerin yerini küresel bir devletin almasını önermek gerçekçi olmaz, ama diğer taraftan da güç ve yetkinin ülkeler bazında örgütlendiği bir dünyada, bu küresel sorunlara çözüm bulabilmenin gittikçe güçleştiğini artık her platformda işlenmeye dile getirilmeye başlandığı da bir gerçek.
 
Açıkça olmasa da söylenmeye çalışılan bu sorunların çözümü için ülke egemenliklerinin paylaşımının gerektiği.
 
Diğer taraftan küresel kurumların etki alanlarını artırarak, yetki alanlarını da artırmaya çalışmaları ülke egemenliklerinin paylaşılmasına yönelik midir diye düşünmemek elde değil.
 
IMF yönetimindeki oy haklarının karşılıklı uzlaşmayla değiştirilmesi ve Çin, Güney Kore, Meksika ve Türkiye’nin oy haklarının artırılması gerçekleşti. G7’nin yerini G-20’ ye bırakması da dünyadaki değişen dengelerin küresel karar alan mekanizmalarına yansımaya başladığının bir başka göstergesi.
 
Bu yönde atılan adımlarla BM, IMF, Dünya Bankası gibi küresel kurumların daha dengeli bir yönetime doğru yönelmesi ile esas hedeflenen dünya vatandaşlarının yetki ve sorumlulukları paylaşmasını sağlamak.
 
BM Güvenlik Konseyi’ndeki güç dağılımının örneğin veto hakkının nüfus, ekonomik güç, nükleer güç gibi objektif kriterlere dayalı olmasının tartışılıyor olması da şimdilik birer nafile çaba gibi gözükse de dikkatle takip edilmeli.
 
Bunun karşısında duran da bugün içine girilen ekonomik krizle mücadele etmek durumunda kalan güçlü ulus devletler. Burada parantez açıp bu ulus devletlerden birinin de Türkiye olduğunu söyleyelim. 
 
Küresel örgütlerle birlikte uluslararası sermayenin küresel sorunları ön plana çıkararak insanları ve ülke kaynaklarını kontrol etmeyi, kendi düzenini korumayı ve ilerletmeyi amaçladığını söylemek hafife alınacak bir iddia değil. Bu bugünden yarına olacak bir değişim değil elbette.
 
Komplo teorisi olduğu düşünülebilir ama birbirinden bağımsız olduğunu düşünerek bile sıraladığım gelişmeleri ve olası sonuçlarını alt alta koyunca gelinecek olan nokta bu komplo teorisini doğrulayabilir nitelikte. 
 
Geçilen bu sürecin sonunda dünyaya ekonomik istikrar gelmesi için ülkelerin egemenliklerini daha üst bir kuruma devretmelerini gerektireceği görüşündeyim.
 
Bunu net bir şekilde söylemek ve talep etmek yerine çözüm bulmaktaki çaresizlikle ülkelerin bunu görüp söylemesi sürecinin içerisindeyiz. Şu an yabancısı olduğumuz bir Yenidünya düzeni evresine geçişin sancılarını yaşıyoruz.