“Ortada kazanlar dolusu para yok” dedi; tecrübesiz ve işbilmez bir bakan…
Omuzlarına yüklenen sorumluluğu taşıyamıyor ama, ısrarla da orada oturuyor…
Peki; istifa etsin mi?
Turunçlu’da meydana gelen ve Esra Korcan’ın yaşamına mal olan “cinayet” sonrası, bu genç bakan “günah keçisi” ilan edildi…
Hak ettiği ve hak etmediği dünya kadar “saldırı” niteliğinde eleştiriye muhatap oldu…
Ne içinde bulunduğu hükümet, ne de partisi “omuzlarındaki yükü” hafifletecek bir pozisyon almayı becerebildi…
Yalnız kaldı… Ama zaten söyleyebileceği pek de bir şey yoktu aslında… Söyledikleri de “özürü kabahatinden büyük” laflardı…
İstifa etse ne olacak?
Özersay, partisinden bir başkasını oraya oturtacak…
Sonra o da şimdiki gibi, büyük büyük laflar edecek… İnternetin, dörtte bir fiyatına ucuzlayacağı gibi… Üst geçit emri verdi, hemen yapılıyor gibi…
Bir ölümlü kaza meydana geldiğinde ise; ona da saldıracağız ama ölen ölecek, sonra da unutulacak…
Demek ki neymiş? Bir başına “istifa”, uygar ülkelerde olduğu gibi, buralarda bir anlam taşımıyor…
Böylesi bir “mekanizma”yı itibarsızlaştırmış bir siyasal geleneğimiz var…
Anımsatalım…
Mehmet Altınay, 1976’da UBP’den çok yüksek bir oyla seçilmiş ve arkasından da Maliye Bakanı olmuştu. Çok partili yaşam, yeni yeni başlıyordu…
Daha birkaç aylık bakan iken olmadık “baskı”larla karşı karşıya kaldı… Bunlardan bir tanesi de yeni bazı TC bankalarının burada şube açmalarına “ketum” davranmasıydı…
Kıbrıs’ın kuzeyinde bankaların alabildiğine çoğalmasına, her köşeye bir banka açılmasına izin verilmesini doğru bulmuyordu.
Başbakan Nejat Konuk aynı fikirde değildi…
Mehmet Altınay, baskılara boyun eğmedi ve derhal istifa etti…
Bu istifanın, siyaset kurumumuzda hiçbir karşılığı olmadı…
Hemen yerini bir başka UBP’li kaptı ve hayat devam etti. Altınay’ın “dikkatli olalım” dediği bankacılık sektöründeki “furya” devam etti…
Ülkenin hemen tüm tüccarları kendi bankalarını kurdular…
Sonra ne oldu? 2000’lere gelindiğinde, bir günde tam beş tane bankanın iflası ilan edildi ve sektör çöktü…
Bankalarda paraları iç edilenler; Meclis’i basıp vekil masalarının üzerine çıktılar, ortalığı dağıttılar…
Kısacası; bir “istifa”dan alınamayan dersler nedeniyle bu toplum büyük bir fatura ödedi…
Benim yaklaşımım şu: Trafik cinayetlerinde yalnızca “Bulaştırma Bakanı”nı sorumlu tutamayız…
Hükümeti de, partisi de en az bu tecrübesiz bakan kadar sorumludur, suçludur…
Bu yüzden sosyal medyada, bakanı korumak adına “EL İNSAF” diyenlere; vergi veren her yurttaşın “insafsızca” ve sınırsız biçimde eleştiri hakkı (sövmek değil) olduğunu söylüyorum…
Bu Hükümet’in Başbakanı Ersin Tatar; 9 Temmuz günü yanına Bayındırlık Bakanı, Polis Genel Müdürü, trafik dairesi müdürü ile medyaya poz vererek “acil toplumsal seferberlik” ilan etmedi miydi?
Bu geçen 165 günde bu Hükümetin bir “adım” attığını duydunuz mu?
Söylediğini yapmayan, adım atmayan bir Başbakan “Cumhurbaşkanlığı yapacak yeteneklere sahibim” dediğinde bunu sorgulayan bir siyasetçiye rastladınız mı?
Ya da Halkın Partisi; “Sayın ortak, kamuoyu önüne çıkıp trafik konusuna acil olarak el attığımızı söyledik. Haydi bütçeye gerekli ödenekleri koyalım” dedi mi? Bu konuda ısrarcı oldu mu?
Resmi bütçenin; her yıl zamlanan seyrüsefer harçları, araba ithalatı, sürücü ehliyeti, trafik cezaları konularındaki “gelir”lerinin altyapıya, delik deşik olmuş yollara harcanması konusunda koalisyon orağı yeterince ses çıkarabildi mi?
Tam tersine kendi bakanının, bu konudaki haklı feryatlarına destek vermedi…
2020 Bütçesi Meclis’te iken akılları “durgunluk” geçiren bu insanlar; oturdular, oturdular sonra da “Yerli İstihdamı Destekleme Fonu”nda biriken paralarımıza göz diktiler…
Peki insan sormaz mı? Hani yatırım projelerini TC finanse ediyordu? Hani siz “Direktif verildi. Kaynak serbest” diye dilli düdük Ankaralara gidip geliyordunuz?
Bizim tarihimizde TC’nin en kolay kaynak sağladığı alanın “Karayolları” olduğunu; TC’nin Ankara kaynaklı projeler yürüttüğünü, bizzat TC Karayoları’nın da buralarda işler yaptığını her siyasetçi bilir.
Hani siz; Ankara ile ilişkilerde “para koparma ustası” olmakla övünüyordunuz? Ne oldu da, yerel fonlara, yasaları da zorlayarak el atmaya kadar işi vardırdınız…
Hem sorun yalnızca “kaynak” mı? Sorun kötü yönetimdir… Sorun har vurup harman savurmaktır… Sorun; zerre kadar tasarrufa önem vermemektir. Başbakan’ın TC ziyaretlerine “avaracı” parti bürokratları ile gidip hovardaca para harcamasıdır…
Halkın Partisi; belli ki bu konularda zırnık “bilgi”ye sahip değil… Bütçeye yeterli kaynağı koydurmakta ortağı üzerinde etkili olamıyor… Savurganlığı önleyemiyor… İşçi fonlarına el atmayı içine sindirebiliyor… Üstüne üstlük, para bulamadıkları bu karayollarının araç yükü her gün artarken, bu hükümet araç ithalinde KDV indirimini sürdürüyor…
Tatar ile ortağının hamasetle savundukları bu “devlet”in trafikte çuvallaması, insanımızın kanına mal oluyor.
Onlar ise; içine giremedikleri Geçitkale havaalanının girişinde bayrak sallayarak Denktaş ve Dr. Küçük’ün duvardan sökülmüş fotoğrafları ile poz veriyorlar.
Oysa Turunçlu kavşağından geçerken başlarını öne eğerek utanç duymayı becerebilseler, Geçitkale’de sergiledikleri hamasetten çok daha yararlı bir iş yapmış olurlardı…