Diyelim ki bir “yanlışlık” oldu…
Bir dikkatsizlik ya da tecrübesizlik söz konusu…
Farz edelim ki Girne Belediye Başkanı, partisinin Ankara tayinli, sözümona “Müftü”ye “yobaz” dediğini bilmiyor…
Partisinin kadınlarının verdiği mücadelenin farkında değil…
Ya da bunu önemsemiyor, ciddiye almıyor…
Bu adamı sofrasında ağırlamaktan, onunla oruç açmaktan çekinmiyor…
Keşke öyle olsa…
Keşke her çağdaş, ilerici insanı “inciten” bu duruma “fazla da şey etmemek lâzım” deyip geçebilsek…
Elbette tüm bunlar, Girne Belediye Başkanı’nı “linç” etme hakkını kimseye vermiyor… CTP’yi yerden yere vurmaya da gerek yok…
Ancak, yaşanan bu “tatsız” olaydan ders çıkarmak ve “yanlışlığı” düzeltmek varken, neden bu genç Başkan “gerginliğin” üstüne benzin döküyor?
Neden siyasetteki abilerinden ilham alarak, bir “itfaiyeci” gibi, gerginliği söndürmeyi denemiyor?
Neden kendi partisinin vekillerine “üst”ten ayar çekmeye yelteniyor?
Elbette, ana muhalefet partisinin kendi içindeki tartışmalara karışmaya hakkımız yok…
Ancak Girne’de yaşananlar, kimse kusura bakmasın, Kıbrıslı Türklerin her bir bireyini ilgilendiriyor…
Bu topraklarda “laik” yaşam tarzının yara almasına, dinin siyasette bir “aparat” olarak kullanılmasına göz yummak, sessiz kalmak, bu topluma yapılacak en büyük kötülüktür.
Bizim DNA’mızla oynandığını, siyasette ve toplumsal yaşamda dinsel ağırlığın giderek her geçen gün daha da arttığını görmezden gelemeyiz.
Modern bir toplum olarak var olmak için savaş veriyoruz…
Batıya, çağdaş uygarlığa dönük yüzümüzle var olacağız…
Kıbrıslı Türkler için bundan başka bir “yol” yok…
Gerisin geri, 1920’lere dönemeyiz…
1920’lerin 30’ların “İslami cemaat” görüntüsünü, bu toplum Atatürk devrimleri ile aştı…
Yakın tarihimizde yobazların, din istismarcılarının yaptıklarına karşı rahmetli Dr. Fazıl Küçük’ün mücadelesini bir an bile aklımızdan çıkarmamalıyız…
İngiliz Yönetimi’ne karşı, Halkın Sesi gazetesi dıştan atanan bir “yobaz müftü”yü evine göndermeyi başarmış bir “övünç” var yakın tarihimizde…
Bugün, Dr. Küçük’ün 80 yıl önce başardığını başaramıyoruz…
Kadınlarımıza hakaretler yağdıran bir din adamını evine gönderemiyoruz…
Tam tersine, ne yapıyoruz?
Onu, iftar soframızda ağırlıyoruz…
Çağdaş bir kentimizde, Girne’de buna göz yumuyoruz…
Sosyal medyada paylaşılan o fotoğraf, hepimizi rahatsız etti ve etmeli de zaten…
Ancak daha da önemlisi Girne Belediyesi’nin “iftar sofrası” düzenlemesidir…
Buna ne gerek vardı?
Bir “imam” bunu belediyeden istedi diye bunu yapmak da neyin nesi?
Oruç tutan ama akşama iftar açmaya gücü yetmeyen insanlara yardımcı olmanın başka “gösterişsiz” yolları da vardır.
“İftar sofraları” artık siyasetçilerin boy gösterdiği, popülist aktivitelerdir…
Dindar insanlara, inancını kendi içinde yaşayanlara, orucunu ortalık yerlerde gösterişe alet etmeyenlere haksızlık yapılıyor açıkçası…
Bu toplum, 1930’un toplumu değil…
İngiliz bizi ısrarla ve inatla “Müslüman cemaatı” olarak tanımladı yıllarca… Sarıklı Müftü’nün New York’ta bizi temsil etmesini planladı, dünyaya “dinsel bir kalabalık” olarak tanıtılmamız için elinden geleni yaptı…  
Ancak tüm bunları aştık…
Modern, çağdaş, laik bir “düzen” içinde yaşamayı seçtik…
Sözünü ettiğim fotoğraf sosyal medyada yayımlandığında, Girne Belediye Başkanı’nın partisi olan CTP’nin Kadın Kolu da isyan etti…
Haklıydılar…
Hem de yerden göğe kadar…
“Ahmet Ünsal ile hiçbir şey olmamış gibi aynı etkinlikte bir araya gelmek CTP’li kadınlar açısından kabul edilebilir değildir.” dediler…
“CTP Kadın Örgütü olarak Girne Belediye Başkanı Murat Şenkul arkadaşımızı ziyaret edeceğiz” dediler.
Biz bu ziyaret yapılsın, ateş söndürülsün diye beklerken, CTP başka ateşleri söndürmekle uğraşıyordu…
Bu yüzden kor alevlendi ve Belediye Başkanı daha da öfkelendi.
Sert bir dille “inadınıza, kiminle istersem onunla oturacağım” diyerek rest çekti.
Maçta, lokantada birileriyle yan yana oturmakla, partisinin aforoz ettiği “Müftü” ile oturmayı ve dua etmeyi “aynı potaya” koydu.
Bu da yetmedi, tansiyonu düşürmek yerine, partisinin yüz akı Kadın Kolu Başkanı, vekil Doğuş Derya’yı “Disiplin Kurulu’na vereceğim” diye ani bir çıkış daha yaptı.
Durmadı… Partisini zora sokacak, temel politikalarını sorgulamaya kalktı.
Bir torba gereksiz laflar etti…
Belli ki Belediye Başkanı'nın bir vekili disipline götürme yetkisi olduğunu sanıyor. Bu yüzden de durmadan "pot" kırıyor.
Upuzun açıklaması yüksek “ego” gölgesini taşıyor…
Ne yazıktır ki bir belediye başkanı olarak değil, “otoriter” bir devletçiğin başkomutanı gibi davranıyor…
Dinsel örgülerle siyaset yapılmasına göz yummak, bu bağnazlara alet olmak, asla kabul edilemez…
Yalnızca CTP açısından, genç seçilmiş yöneticilerimizin davranışları bakımından değil, “Sol siyaset” bakımından da çok kaygı verici bir durum bu…
Bu yüzdendir ki konu, yalnızca CTP’nin konusu değildir…
Kıbrıs Türk toplumu, yılların savaşımı sonucu biriktirdiği “kazanımlar”ı bu kadar kolay biçimde harcayamaz…
Bu yüzden “linç” kültürüne yaslanmadan, toplumun hassasiyetlerine saygı talep etmek zorundayız.