Bunlar gerçekten çok “usta…”
Özal dönemindeki “müdahale”ler bile, askeri dönemlerdeki “çizmeyi aşan” operasyonlar bile bunların “stratejik” siyasi komplolarının yanında solda sıfır kalır…
Bu kez; güzelim Kıbrısımızda, bu komplolarda “gönüllü fedai”lik yapacak amma da çok “işbirlikçi” buldular…
Üstelik bu kez “kedi kuyruğuna maşrappa” olmaya, biat etmeye, şükran çekmeye yeltenenler sadece klasik “sağ”ın ülkücüleri, milliyetçileri değil, az buçuk “liberal” görüşleri olan işgüzarlar da katıldı…
TC kökenli AKP sevdalısı birkaç “tetikçi”nin “organize” saldırısının ardından, Cumhurbaşkanı Akıncı’ya yönelik sürpriz bir “provokasyon” atağı başladı…
Cumhurbaşkanı Akıncı Suriye operasyonu konusunda “tutuk” kalmakla suçlandı. Birikim Özgür; son derece saldırgan ve kavgacı bir “üslupla” komple teorileri de üreterek Cumhurbaşkanı’na yönelik “ajitasyon”da öncülük etti.
Neredeyse Akıncı’yı “enerji kaynaklarını ele geçirmeye çalışanların” ajanı yaptı.
Bir başkası “Akıncı’nın aklı çok karışık” gibi ifadeler kullandı.
AKP’nin yerli medyadaki “tetikçi”leri hem kendi köşelerinde, hem de sosyal medyada Cumhurbaşkanı’nı topa tuttular…
Suriye operasyonu konusunda kendi deyimi ile sürekli olarak “üzerine gidildi…”
Sanki; Türkiye’nin her “eyleminde” KKTC Cumhurbaşkanı’nın mutlaka “taraf” olması ve ortaya atılıp “destek vermesi” hatta “şükran çekmesi” şartmış gibi bir “hamaset” dalgası yarattılar.
Savaş tamtamları çalmaya başlayınca, herkes bu “koro”ya katılacak ve “kan”dan, şahadetten, ezandan, fetihten, zaferden başka hiçbir şey konuşulmayacak…
İstenen bu…
Cumhurbaşkanı Akıncı, işte bu “talimat”a boyun eğmedi…
Ersin Tatar gibi, Özersay gibi, Serdar Denktaş gibi “milliyetçilik hezeyanına kapılanların” kervanına katılmadı…
40 yıllık tutarlı “demokratik sol” siyaset çizgisine ihanet etmedi…
Halkına sunduğu “seçim manifestosu”nda barış için çalışacağına söz verdiğini unutmadı…
Seçimler yaklaşırken oluşan “popülist” rüzgâra, kendini kaptırmadı…
Hepsinden önemlisi “Seçim geliyor, sin da gülle geçsin” demedi…
Siyaset anlamında büyük bir “risk” aldı ve eskiden beri söylediklerini bir daha söyledi…
Aslında, politikada “ezber bozma”nın en güzel örneğini verdi Sayın Akıncı…
KKTC Cumhurbaşkanı’nın açıklaması; kendi siyasal çizgisini yansıtan, evrensel değerlere atıf yapan, barış ve diyalog dileklerini vurgulayan saygılı bir açıklamaydı. Türkiye’yi rencide edecek, Başkanı’nı hedef alan bir tek “sözcük” bile yer almadı bu açıklamada…
Ne dedi Sayın Akıncı?
“İçimizde Türkiye’nin iyiliğini ve terör belasından kurtulmasını istemeyen olduğuna inanmıyorum.” dedi.
“Türkiye’nin kendi sınırlarını güvende hissedebileceği bir durumun yaratılması gerekiyor.” dedi.
"Savaşın acılarını hiç bir toplumun yaşamasını istemem.” dedi.
“Türk- Kürt- Arap hiçbir çocuğun burnunun kanamasını arzulayamam.” dedi.
“1974’te biz adına Barış Harekâtı desek de bu bir savaştı ve akan da kandı.” dedi.
“Şimdi Barış Pınarı desek de akan su değil kandır.” dedi.
“Türkiye’nin mutlu ve huzurlu geleceği Türkü - Kürdü - Arabı ve Türkmeni ile tüm bölge halklarının diyalog içinde inşa edecekleri bir düzenle mümkün olacaktır” dedi.
“Bu nedenle bir an önce diyalog ve diplomasinin devreye girmesi en büyük dileğimdir." dedi.
Yani; Cumhurbaşkanı Akıncı “kan akmasını” değil, “Diyaloğu ve diplomasiyi” savundu…
Sayın Akıncı, seçim hesaplarıyla Tatar ve Özersay gibi “hamaset” kuyruğuna takılsaydı; asıl o zaman inançlarına, siyasi duruşuna ters davranmış olacaktı.
“Sosyal demokrasi” ilkelerine bağlı olarak siyaset yapan bir politikacının “savaşı kutsamaması” kadar doğal bir duruş olabilir mi?
Sayın Erdoğan’ın kendi ülkesinde; başta barolar ve birçok toplum kesimi her gün “Savaşa hayır” diye haykırıyor.
Kaldı ki; Sayın KKTC Cumhurbaşkanı, Türkiye’nin operasyon kararını sorgulamadı. Bu konuda “genel anlamda” ilkesel saptamalar yaptı. Dileklerini belirtti.
Sayın Cumhurbaşkanı’nın kimseyi incitmemeye özen gösterdiği ve Atatürk’ün “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesine uyumlu açıklamalarına karşılık TC yetkilileri ne yaptılar?
Saldırgan ve aşağılayıcı bir üslupla ve yalnızca Sayın Cumhurbaşkanı’nı değil, Kıbrıs Türk halkını da hedef alan incitici, ötekileştirici açıklamalar yaptılar.
Fuat Oktay; hamasetin doruklarında, işin içine Boğaz şehitliğini de katarak şehitlerin kemiklerini sızlattı ve esefle kınıyorum dedi. Kıbrıs Türk halkının “vicdanına” kadar uzanma hakkını kendinde gördü.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın üslubu ise; çok daha sert, tehditkâr ve saldırgandı.
Ne diyor koskoca Türkiye’nin Cumhurbaşkanı?
“Bu tamamıyla hadsizliktir. Haddini bilmemektir.”
TC Cumhurbaşkanı’nın konuşmasında apaçık tehdit de var:
“Sabırla yeri geldiğinde bizlerden de gereken cevabı alacaktır.”
Ve Sayın Akıncı’yı hedef göstermekten de çekinmiyor:
“İnanıyorum ki, KKTC'deki soydaşlarımız ona da en kısa zamanda cevabını verecektir.”
Yıllardan beridir; TC-KKTC ilişkilerinde hep “karşılıklı saygı” aradık durduk…
Şimdi; geldiğimiz noktada sıfıra sıfır, elde var sıfır…
Bizden bir tek şey isteniyor:
“biat…”
Sorgusuz sualsiz siyasal İslamcılara “biat” edeceksin… Savaşa barış diyorsa birileri, sen de buna boyun eğeceksin…
Kendine ait hiçbir duruşun, görüşün, dileğin, isteğin olmayacak…
Konuştun mu, “makamını ben yarattım” diyecekler… Arkadan tehditler gelecek…
Hedef gösterileceksin…
Bu mesele; Tanrı aşkına Sayın Akıncı’nın “meselesi” mi yalnızca?
Kıbrıslı Türkler olarak bir “toplum” olmaktan süratle uzaklaşıyoruz…
“İki devlet” diyenler ise yerin dibine girmeli utançtan, Sayın Erdoğan’ın ötekileştirici açıklamasından sonra…
Bize “Siz bir hiçsiniz” dedi Sayın Erdoğan…
Bu “yapay” krizden elbette çıkacağız. Ama kaybeden, yıpranan, eksilen, ufalan Kıbrıslı Türkler olacak…
Siyasal İslam’a teslim olanlar bu “utancı” taşıyabilecekler mi?