Mart ayının başıydı, İstanbul Kemerburgaz’da köşe başında araba bagajından enginar satıldığını gördüm.
 
“Burada enginar pek yetişmez, Ege’de de daha mevsimi değil, yoksa bunlar da karpuz gibi İran’dan mı geliyor” diye sordum.
 
“Yok bunlar Kıbrıs’ın” dedi.
 
Sonradan emekli öğretmen olduğunu öğrendiğim satıcı, daha ben şaşkınlığımı atlatmamışken “orada senede birden fazla mahsul alınabiliyormuş” diye de ekledi.
 
İstanbul’un yakın zamana kadar kırsalı diyeceğimiz bir köşe başında Kıbrıs’ın enginarı karşıma çıktı!
 
Evrenin bunu yaz diye çağırısı mı bu diye inanın düşündüm.
 
Enginar, karaciğer ve mide için ilacı ikame edecek nitelikte bir sebze. Ondan dolayı olacak pahalı bir ilaç gibi adet ile satılıyor. Mart başında bir avuç içi büyüklüğünde, ayıklanmış enginarın tanesi için 50TL dedi satıcı.
 
Tedarik zincirindeki emeği ve enginarın geldiği mesafe, geçtiği paralı yolları ve köprüleri düşününce az mı çok mu bilemedim. Bir miktar indirim yaptı 4 adet aldım.
 
***
 
Aldım almasına da eve dönüş yolunda ve sonrasında deli fikirler art arta aklıma geldi.
 
Bir taraftan KKTC, nasıl bir ekonomik yönelim benimsemeli, ne yapmalı diye derin düşüncelere girenler varmış diye adadan ve Ankara’dan ara ara haberler geliyor.
 
Bu yönelimlerden bir tanesi göreceli olarak katma değeri yüksek tarım ürünleri olabilir.
 
İstanbul’da karşıma çıkan enginarı senede iki defa mahsul verecek iklim koşullarına sahibiz. Buradan hareketle bunu mini bir proje diye ele alıp uçtan uca tedarik zincirini organize ederek üretim yapmak olmaz mı diye düşündüm. Öyle köşe başlarında değil. Zincir mağazalarda Kıbrıs enginarı diye adını da ön plana çıkartarak pazarlamaktan bahsediyorum. Çok mu uçtum!
 
Hadi bir adım daha ileriye gidelim.
 
Kendine özgü tadı ve kalitesiyle patates, verigo üzüm, mandalina ve “valensiya” cinsi tatlı portakal gibi Kıbrıs ürünlerini büyük zincir mağazalarda ayrı bir köşede menşeini de “KKTC” koyarak pazarlamayı düşünmek çok mu uçuk bir fikirdir?
 
Hadi daha da ileriye gidelim. Kıbrıs patatesini Türkiye’deki Burger King veya Mc Donaldsa ve benzeri şirketlere uzun vadeli anlaşmalarla pazarlayamaz mıyız? Bu bağlantıyı kurmak mümkün değil mi? Hiç denedik mi? Bu iki kurumun en tepe yönetiminde, biri Kıbrıslı Türk ile evli diğeri de ambargoyu delip uluslararası bir markayı adaya getirmek için özel çaba gösterip başarmış biri olmak üzere iki Kuzey Kıbrıs aşığı insan olduğunu bilen var mı? Hani adım atıldığında size koşmaya hazır insan türü kategorisinden.
 
Bu konuda aynı iş alanında faaliyet gösteren firmalar ile üst seviyede bu kapsamda konuşulsa faydası olmaz mı?
 
Diyeceğim odur ki ekonominin çarklarını çevirmek için elbette paraya ihtiyaç vardır ama esas olarak devlet yönetiminde kendine bu sıraladığımız konuları dert edinecek yetkin insana ihtiyacımız vardır. Bugüne kadar yapılan sayısız ön protokolde paradan puldan bahsedildi de bundan pek bahsedilmedi. Türkiye devleti yetkililerini bu tür inisiyatiflere katkı yapmaya davet edecek, onlara kapı açtırtacak insan kaynağına ihtiyacımız vardır.
 
Yoksa bu konu da “kim uğraşacak bununla” konu başlıklarının altına eklenecek bir başlık mı? Hani şu “çok fasaryası var” diye yapmak için değil de yapmamak için sebep arayıp bulup oluşturduğumuz listeden bahsediyorum.
 
Köşe başında karşıma çıkan bir Kıbrıs enginarının bana yazdırdıklarına şaşırdım kaldım.
 
Ne demişler “şaş ki aşasın”.
 
Hoş benim şaşırmam işe yaramıyor.
 
Şaşırması gerekenler şaşırmıyor.
 
Siyasette ve atanmış bürokraside bunları dert edinecek insan yoksa artık siyaset oyunu ile bu toplumu uğraştırıp meşgul etmemek lazım.
 
Sorumluluk alanlarında fark yaratacak icraat yapmak yerine, sorumluluk alanlarında çıkar çevrelerine anahtarı kim daha hızlı teslim edecek yarışına son verilmeli.
 
Yapamıyorsunuz işte.
 
Bilmeyen, bilmediğini öğrenmeye çalışmayan yapamaz.
 
Hem iktidarı hem de muhalefeti ile aslında mevzu bu kadar basittir.
 
Politika üretmeyi, plan yapmayı, yaratıcı fikirlerle toplumun sorunlarını çözmeyi başaramıyorsunuz.
 
Uzattıkça da umutsuzluk kaynağını köpürtmekten başka da bir işe yaramıyorsunuz.