Cumhurbaşkanı makamında oturan kişi yazılı olan sorumlulukları ile birlikte topluma ‘’far’’ olması lazım.
Far olmak da yetmez eskilerin deyimiyle ‘’şavkı’’ nerelere doğru tutacağı ile ilgili de öngörüsünün olması lazım.
Öngörüsüyle de hem toplumunu yönlendirebilmeli hem de Kıbrıs’ta çözüm sürecindeki öngörüsü ile Türkiye’yi düşündürtebilmesi lazım.
Öngörülü olmak için de ilgili taraflarla diyalog kurabilecek ve tartışabilecek seviyede bilgi ve tecrübe ile sıvanmış özgüven şarttır.
Her şeyden önce dogmanın ve sloganların mahkûmu değil pragmatik bir şekilde ortak aklın takipçisi olmakta özgür olabilmeyi gerektirir. Özgür olmanın elbette devlet terbiyesi ve sınırları içerisinde yapılması da önemlidir. Neticede bizim Türkiye ile olan ilişkimiz stratejik olmanın çok ötesindedir.
Öngörülü politika üretebilmenin da en somut göstergesi diyalog kurabileceğin çemberi genişletmek ve ciddiye alınıp ada dışından da entelektüel merak uyandırmakla mümkün olur.
O diyalog da çeşitli ortamlarda bulunup yalnızca dinlemek ile ilgili değil duyduklarını bilgi ve tecrübe süzgecinden geçirip anlatabilmekle ilgili de bir mevzudur.
Temsil ettiğin toplumun çıkarlarını düşünürken aynı anda ilgili tarafların da kafasının içine girebildiğini gösterebilmekten geçer.
Kendi koşullarına ve çıkarlarına uygun iş birliğine dayalı yaratıcı plan yapma sonucunu doğurur.
Yalnızca siyasette değil iş hayatında da öngörüye dayalı proaktif politika üretmenin böyle bir yolculuğu vardır.
Çoğu zaman yapılana kadar imkânsız gibi gözükür.
Adanın dışındayım. Bu dediklerimi yapan ve bu kalıba sığan belki başka siyasetçilerimiz de vardır.
Takip ettiğim kadarıyla bunlardan bir tanesinin Kudret Özersay olduğu görüşündeyim.
Örneğin Maraş konusunu eski sahiplerine KKTC idaresi altında açma fikrini ortaya atan Özersay’dı.
Maraş’ı uluslararası hukuk ve buna dayalı olarak BM yetkililerinin de onaylayacakları şekilde açılabileceği iddiasında bulundu.
Onun önerisini “hukuk ve BM’ye” referans vererek ortaya koyması, konu hakkında ortaya konan diğer görüşlerden farklı kılan bu unsurlarda saklıydı.
Özersay’ın ikinci öngörüsü de doğalgaz ile ilgiliydi.
Atlantic Council isimli düşünce kuruluşundan Akdeniz’deki doğalgaz ve Kıbrıs konusu ile ilgili konuşma yapmak için Özersay yanılmıyorsam 5-6 yıl önce davet aldı.
Bu toplantıda katılımcılar arasında çeşitli petrol ve doğal gaz şirketlerinin yöneticileri ile ABD dışişleri bakanlığı yetkilileri ve Avrupa’dan bazı ülkelerin büyükelçileri de bulunuyordu.
O toplantıda Doğu Akdeniz deki doğal gaz meselesinin çözümü için kapsamlı bir çözümden önce tarafların bir araya gelebilecekleri uluslararası bir doğu Akdeniz doğal gaz konferansı toplanabileceğini söylemişti Özersay.
Orada yapmış olduğu konuşmada, tanıma veya tanımama gibi hususlara takılmaksızın pragmatik bir biçimde nasıl ki Kıbrıs sorununun kapsamlı çözümü için Kıbrıs konferansı toplanabiliyor, doğalgaz konusuyla ilgili ülkelerin ve şirketlerin de katılımıyla benzeri bir toplantı da doğalgaz konusunda toplanılabilir önerisini yaptı.
Yeni fikir ortaya koyabilen ve Türkiye’nin yeri geldiğinde Kıbrıs konusunda üstündeki yükü ona manevra alanı açarak esneklik kazandırarak hafifletebilen bir Cumhurbaşkanına ihtiyaç olduğunun anlaşılması açısından bu örnekler önemlidir.
Rahmetli anneannem “makbul olan başkalarının birini gıyabında olumlu taraflarıyla anlatmasıdır” derdi.
Özersay bir şehit evladı, göçmen olmanın verdiği zor şartlar altında kendi olanakları ile eğitim almış ve kendini yetiştirmiş biri olarak Kıbrıs Türkünü ve değerlerini bir yerde özetliyor.
Özersay’ın Kıbrıs sorununun çözümündeki potansiyel katkısını ve rolünü hem toplumun hem de Türkiye’deki devlet aklının gözden kaçırdığı görüşündeyim.
Doğru ya da yanlış siyasette yeni parladığı bir dönemde siyasi hırsını kontrol edemediği için onu biraz da acımasızca eleştirirken Kıbrıs Türküne fark yaratarak katkı yapacağı yönlerini görmemek doğru bir yaklaşım mıdır?
Siyaset değil de özel sektör için bir seçim yapmak söz konusu olsaydı bu konu çoktan kapanmış, iş planını konuşuyor olurduk.
Sanırım özel sektör ile siyaset arasında “makbul” olanı seçebilmekteki fark da tam burada.
Halbuki her iki durumda da “patron” bellidir.
Patron sizsiniz!