İtmedi, bitmedi…
Maraş’la ilgili yeni “provokasyon”lar planlanıyor…
Ankara bu işin neresinde, henüz belli değil…
Ancak, buradaki üç otelin Rum sahibinden bir Türk işadamı tarafından satın alındığı haberi ortalığı karıştırdı…
Çifte pasaportlu TC’li bir bakan, Maraş’ta yeni oldu bittiler için işaret verdi…
“Eşref saatini bekliyoruz” dedi.
Maraş’taki Rum mallarını, Türkler satın alsın diyor…
Sanırsınız adam “emlâk tüccarı…”
Ama gerçek şu ki bizim “Kıbrıslı” siyasetçileri Bakanlar Kurulu’nda parmağında oynatıyor…
“Siyasi etiğe” hiç de uymayan, demokratik bir ülkede “siyasetten men” edilmesine yol açabilecek “hassas” konulara balıklama dalıyor, iş bitiricilik yeteneği altında bizimkileri eziyor…
Devletle iş yapan santral sahipleriyle oturup pazarlık yapıyor, istedikleri yasanın geçmesi için canhıraç çalışıyor, uçak şirketleri ile “muhabbet”e giriyor, yerli ve milli diyerek bizi aldalmaya çalışıyor, ansızın gemi satın aldık diyor.
Yürütmedeki bir siyasetçinin, karşısına bir işadamını alıp “pazarlık” etmesi, iş kotarması bu fukara “devletçiğin” geleneğinde pek yok…
Geçmişte bunu deneyenler, alınlarına “rüşvetçi” damgası yemekten kurtulamadı…
Ancak şimdilerde “yeni siyaset” böyle yürüyor ve kimsenin de “gık”ı çıkmıyor…
Bu yüzden Maraş’ı konuşmak da, Erhan Arıklı’ya kalıyor…
Öte yandan, Sayın Tatar da boş durmuyor…
Seçimler öncesinde Ankara, Kıbrıs üstünden “oy devşirme” amaçlı herhangi bir adım atamadığı için o da törenlerle, sembollerle ve hamasetle idare ediyor…
Maraş’a tam da bayramın birinci günü, 1 milyonuncu ziyaretçi giriş yapmış…
Sayın Tatar, adamı hemen yakaladı…
Yanına GK Komutanı ile Mağusa Belediye Başkanı’nı da alarak, Maraş’ın kapısında kameraların karşısına geçti.
“Şanslı” ziyaretçinin eline kocaman, altın yaldızlı, korniz çerçeveli bir “diploma” tutuşturdu…
Bir de “devlet” parasıyla bastırdığı kendi kitabını…
Tam bir “kara” propaganda…
Mağusalı, “ben zaten zaman zaman buraya geliyorum” demez mi?
Senaryonun bütün “büyüsü” oracıkta dağılıverdi…
Dünyada kocaman bir “insanlık ayıbı”nı pazarlayan, bundan rahatsızlık duymayan böylesi bir “zihniyet”le sözümona turizm yapıyoruz…
1 milyonuncu kişi “rezilliğin abidesi”ni gezdi diye ona hediye veriyoruz…
Oysa 1 milyon kişinin Maraş sokaklarında gezmesi ne demek?
1 milyon utanç demek…
1 milyon ayıp demek…
1 milyon kez aşağılanmak demek…
1 milyon kez yerin dibine batmak demek…
Orayı gezen; yıkılmış binaları, soyulmuş bankaları, yerlere serpilmiş kitapları gören ve “insan” olan bir tek kişi bile “olumlu” duygularla oradan ayrılamaz…
Bir şehri bu biçimde nasıl yok ettiğimizi, nasıl çalıp çırptığımızı “turist”e göstererek bir “halt” ettiğimizi sanmak, tam bir “akıl tutulması” değilse nedir Tanrı aşkına?
Her tarafı tel örgülerle kesilmiş, sivil kimsenin giremediği bir mekânda, taşınabilecek ne varsa, yerinden sökülüp götürüldüğünü görenlerin, bu acımasız “ganimetçiliği” sorgulamadığını mı sanırsınız?
Yoksa “Oh olsun… Gâvurlara az bile yaptık” mı dedirtmek istiyorsunuz insanlara?
Bu mu amacınız?
Kendi dışındakilere yönelik düşmanlığı azdırmak, hoyrat milliyetçiliği yükselterek soygunu, hırsızlığı “normalleştirmek” mi?
Bu yüzden mi, okul çocuklarının ziyaretini teşvik ediyorsunuz?
Bu yüzden mi gelin ve damat ziyaretlerini ve yıkılmış, harabeye dönmüş okul binası önünde fotoğraf çektirmelerini kabulleniyorsunuz?
Gerçekten dünyaya vermek istediğiniz mesaj ne?
1 milyonuncu kişi Maraş’a girdi diye tören düzenlerken, talan ettiğiniz bir şehrin kalıntılarını göstererek “eserimizle gurur duyuyoruz” mesajı dışında uluslararası topluma verebileceğiniz hiçbir mesajınız yok…
Dünyada adına “karanlık turizm” denilen bir “model”e de uymuyor sizin yaptığınız…
Turistler, günümüzde Çernobil’e gidiyor… En büyük nükleer felaketten geride kalanları izlemek için…
Orada, santral çalışanlarının yaşadığı hayalet şehir “Prypyat”a gidiyor…
İnsanlar, Japonya’da atom bombasının izlerini görmek için Hiroşima’ya gidiyor…
Kamboçya’da, katliamlarda öldürülen yüzbinlerce masum insandan geriye ne kaldı diye “ölüm tarlaları”na gidiyor…
Polonya’da “toplama kampları”nı ziyaret ediyor…
Ama tüm bu “karanlık turizm” destinasyonlarının gezdirilmesinde “felaketlerden ders çıkarmak” gibi bir öncelik var…
Daha da önemlisi; bu olayların, bu mekânların hepsi de “tarihsel değer” taşıyor…
İnsanlar Hiroşima’ya “Barış Parkı”nda yanan ateşe bakarak insanlığa karşı işlenen suçlara lanet okusun diye gidiyor…
Savaşlara, toplama kamplarına, toplu katliamlara karşı lanetini yükseltsin diye gidiyor…
Siz de, “koruyamadığınız” bir kentin cenazesini seyrettiriyorsunuz insanlara…
Soru şu: “Lanet üzerinize yağsın diye mi tüm gayretkeşliğiniz?”
2020 Ekimi’nden beridir Maraş sizi gerçekten “tutsak” almış…
Kapısında çerçeveli diplomalar dağıtmaktan öte birşey yapamıyorsunuz…
Erdoğan’ın “Bir gece ansızın gelebilirim” tehditleri de buhar olup uçtu gitti…
Yıkıntılar içinde “kahvaltı” sofraları kurmak hiçbir işe yaramadı…
“Maraş’ın tümünü açacağız” diyen yerel siyasetçinin “yalanı” da tutmadı…
Şimdi başka “kurnazlıklar” peşindesiniz…
Ama asıl dert Ankara’da…
Altılı masa, “uluslararası hukuk temel ölçümüzdür” diyor…
Bakalım, göreceğiz…