Değerli okurlar,
 
Dünya Sağlık Örgütünün (DSÖ) verilerine göre 1975 yılından bu yana obezitenin tüm dünyada yaklaşık üç katına yükseldiği anlaşılmaktadır. Bu sadece insan nüfusundaki artışa bağlı değil toplumlardaki görülme oranlarıyla artmış bir rakamı ifade etmektedir. 2016 yılında 18 yaşından büyük yetişkinler içerisinde fazla kilolu olanların sayısı 1.9 milyar kişi olarak belirlenmiş, bu kişilerin 650 milyondan fazlasının ise obez olduğu saptanmıştır. Bu sayılar küresel anlamda fazla kilolu olanların oranını %39, obez olanlarının oranını ise %13 olarak göstermektedir. Daha vahim olmak üzere 2020 yılında yapılan bir çalışma 5 yaş altındaki çocukların arasında 39 milyon civarında çocuğun fazla kilolu veya obez grubunda olduğunu göstermiştir.
 
Fazla kilolu ya da obez kavramlarını tanımlamada baz alınan ölçüm birimi Vücut Kitle İndeksi’dir (VKİ). VKİ, vücudun her metre karesi başına düşen kilo miktarını tanımlamaktadır ve kiloyu boyumuzun karesi ile bölerek elde edilir. DSÖ yetişkinler için normal VKİ’ni 18.5-24.9, fazla kilolu için 25-29.9 ve obezite için 30 üzeri olarak vermektedir. 40 ve üzeri VKİ olanlar ise "morbid obez" ya da "ölümcül derecede obez" olarak değerlendirilmektedirler.
 
Obezite, uygun şekilde değerlendirilmesi ve ciddiye alınması gereken karmaşık, kronik bir hastalıktır. Obezite Amerika Birleşik Devletleri'nde önlenebilir ölümlerin önde gelen nedeni olarak tütün içmekten sonra ikinci sırada yer aalmaktadır. Obezite ile birlikte vücutta kalp ve damarların hızla yıpranmasında önemli rol oynayan diğer hastalıklar ortaya çıkar. Bunların başında hipertansiyon, kolesterol seviyelerinde artış, şeker hastalığı gelişimi ve uyku apneleri sayılabilir. Söz edilen risk faktörlerinin ortaya çıkmaları ile benzer yaşta bu problemleri olmayan insanlara göre kalp ve damar problemleri nedeniyle kişilerin ölümü öne çekilir.
 
Fazla kilolu ve obez olan kişilerde aklımızdan hiç çıkmaması gereken konulardan bir tanesi de alınan her kiloyu vücudumuzda kalbimizin pompaladığı kan ile beslemek zorunda olduğumuzdur. Bu da her alınan ekstra kilo ile kalbimizin yapması gereken işi artırdığımız anlamına gelir. Normal kilodaki bir insanın kalbi normal şartlar altında dakikada 72 kez atar ancak kilo aldıkça hem alınan kiloları beslemek hem da karın içinde gelişe basıncın kalbi yukarıya doğru itmesi ve pozisyonunu etkilemesi ile dakikada daha fazla çalışmaya zorlamış oluyoruz. Doğaldır ki çok kullanılan bir kas kitlesi bir süre sonra yorulacak ve istenmeyen şekilde yıpranacak. Kiloyla beraber artan kan basıncı kalpte yorgunluğu ve baskıyı artırırken ritim bozukluklarına (aritmilere) da sebep olacak ve kalbin performansı giderek daha fazla düşecektir. Kişinin hayatı giderek daha konforsuz hale gelecektir.
 
Obezitede varlığında özellikle daha fazla görülen ve kalbin kulakçıklarının kasılma yerine tireşmeye başlaması şeklinde olan bir ritim bozukluğu, yani atriyal fibrilasyon, kalp kulakçıkları içerisinde kanın durağanlaşmasına ve pıhtılaşmasına da yol açabileceğinden kalpten kaynaklı pıhtı embolileri ile kişilerde inme, iç organları besleyen damarlara emboli ve/veya kol ve bacak damarlarına emboli şeklinde karşımıza çıkabilecektir. Beyine giden embolinin yeterli büyüklükte olması durumunda ise beyin ölümü gerçekleşebilecek aynı şekilde karın içi organlara gitmesi halinde onların da ölümlerine yol açabilecektir.
 
Obezite ile birlikte artan kan hacmi kalbimizin pompalaması gereken kan miktarını da artıracağından belli bir süre sonra kalp yetmezliğinin ortaya çıkması da neredeyse kaçınılmaz görülmektedir. Amerika’da yapılan bazı araştırmalarda VKİ’indeki her bir ünite artışın kalp yetmezliği riskini 5-7 kat artırdığı vurgulanmaktadır. Özellikle kalp yetmezliği geliştikçe bacaklarda ciddi şekilde ödem ve arkasından yürümede zorluk ortaya çıkmaktadır. Bu duruma gelen hastalarda ise sürekli oturma veya yatmaya bağlı bacakların derin toplar damarlarında pıhtılar oluşabilmekte ve karşımıza akciğer embolileri olarak ölümcül tablolarla gelebilmektedir.
 
Önemli bilgilerden bir tanesi de obezitenin bazı kanser türlerinde de rol oynadığının farkındalığıdır. Özellikle erkelerde prostat kanserlerinin ortaya çıkmasında obezitenin etkisi görülmektedir.
 
Değerli okurlar anlaşılacağı gibi obezite tek başına kalp ve damar hastalıkları yönünden son derece ürkütücü tablolara hatta ani ölümler de dahil olmak üzere yaşamların kaybedilmesine yol açan önemli bir toplumsal sorun olarak karşımızda durmaktadır. Dünyamızda yaklaşık 800-900 milyon aç insan varken obezite de diğer taraftan ironik bir şekilde küresel bir sorun oluşturmaktadır ve DSÖ bu sorunu "globesity" ya da Türkçeleştirirsek "küreselobezite" olarak nitelendirmekte ve aynı zamanda bir endemi (Bir enfeksiyon etkeninin veya hastalığın belirli bir coğrafyada veya toplulukta sürekli görülmesi durumu) gibi görmektedir. 1990 yılından beridir obezite farkındalığı açısından önemli adımlar atan DSÖ’nün çabaları günümüzde ne yazık ki yetersiz kalmaktadır. Ülkelerin ve toplumların obezitenin önlenmesi için farkındalığının artırılması ve ilgili bakanlıkların obeziteyi önlemede aktif tedbirler uygulaması özellikle çocukluk çağında obezitenin önlenmesi açısından çok verimli olacaktır. Çocukluk obezitesinin önlenmesi globesity’nin önlenmesi açısından en önemli adımların başında gelecektir.
 
Son olarak American College of Sports Medicine tarafından önerilen bir bilgiyi de paylaşmak isterim. Yetişkinlerde haftanın beş günü günde 30 dakika toplamda haftada 150 dakikalık egzersiz uygulanması tüm yetişkinlere şiddetle önerilmekte, hareket edemeyecek kadar obez olanların ise mutlaka metabolizma uzmanlarının takibinde kilo vermelerinin sağlanması bilgisi paylaşılmaktadır. Ölümcül derecede obez (VKİ 40 ve üstü) olanlarda bariyatrik cerrahi denen ve mide küçültme ameliyatları olarak da bilinen ameliyatlar uygun hastalarda önerilebilmektedir.
 
Panikle daha kötü oluruz, bilgiyle ve uygulamayla güçleniriz.
Sağlıklı günler dilerim.