Toplum içi tartışmaların zirvesine; bir yandan “Sınıf öğretmenliği”, öte yandan “Eczacılık” konusu yerleşti… Her ikisi de akıl almaz biçimde, sağlıksız ve içeriksiz iki mahalle kavgasına dönüştü… “Atatürk Öğretmen Akademisi” öğrencileri, YDÜnün ilkokullar için “öğretmen yetiştirmesi”ne karşı çıkıyor… Bu işin kendi okullarının “tekelinde” kalmasını talep ediyor… KTÖS desteğinde, bakanlık önünde pankart açıp eylem yapıyor… YÖDAK, Yakın Doğu Üniversitesine “Sınıf öğretmeni” yetiştirmek üzere önce izin veriyor, sonra bu izni iptal ediyor… KTÖS son gelişmelerle ilgili olarak ortalığı “velveleye veren” bir üslup kullanıyor, Cumhurbaşkanını, Eğitim Bakanını da işin içine çekiyor ve sert bir biçimde YDÜnün “sınıf öğretmeni” yetiştirmesine karşı çıkıyor… Bu konuda çok farklı düşünceler taşıdığımı öncelikle belirtmek isterim… Çok yüksek bir ortalama ve derece ile mezun olduğum “Türk Öğretmen Koleji” aslında 1930larda, İngilizlerin, ilkokullara öğretmen yetiştirmek amacı ile kurduğu bir okulun “Türk” versiyonu idi… Türkler ve Rumların birlikte okudukları bu kurum daha sonra ayrılmış, “Türk Öğretmen Koleji” Lefkoşanın Türk tarafında sağlıksız binalarda, oradan oraya taşınarak hayatiyetini sürdürmüştü… Bu okul, daha sonraları “Atatürk Öğretmen Akademisi”ne dönüştürüldü. Ayrı bir binası, kadrosu, yasası ve politikacıların atadığı “Yönetim Kurulu” bulunuyor. Tıpkı bizim zamanımızda olduğu gibi “azacık” öğrencisi ile “yüksek öğretim” yapıyor… Üstelik Öğretmenler Yasasına göre ilkokullarda çalışmak için bu okuldan mezun olmak gerekiyor. Ülkede beş tane üniversite varken, ilkokullara öğretmen yetiştirmek üzere illa ki ayrı bir “kurum” oluşturmak “israf” değil midir? Daha da önemlisi, çok az öğrenci ve yetersiz bir akademik kadro ile yüksek kalitede ilkokul öğretmeni yetiştirmek mümkün mü? Bir üniversite ortamında; binlerce öğrenci ile birlikte, kütüphanesi, geniş olanakları, kültürel etkinlikleri, akademik kadroları ile bir kampüs içinde üniversite öğrenciliğini tatmak ve yetişmek varken, neden Kaymaklıda “izole” bir binada bu işi yapmaya çalışıyoruz? Neden bu okulu “Kutsal bir mabed” hatta bir kültürel mirasmış gibi korumaya çalışıyoruz? Bu aslında statükocu ve muhafazakâr bir tutum değil midir? Bu duygularımı, Lefkoşada surlar içinde bir ilkokul sınıfında okuduğumuz “Türk Öğretmen Koleji” yıllarından beri taşıyorum… O günlerde bir üniversiteye bağlanmak, onun kanatları altına girmek olası değildi… Ama bugün bu ülkede bu olanak vardır ve siyasetçilerle eğitim toplumu bunu göz ardı etmemelidir… Bugün, mühendis, pilot, gemi kaptanı, doktor, eczacı yetiştiren bu üniversiteler, neden “sınıf öğretmeni” yetiştirmesin? Neden bizim ilkokullarımızla, eğitim sistemi ile “uyumlu” bir planlama yapılarak daha kaliteli “sınıf öğretmeni” üretimi sağlanmasın? Bugün; “Atatürk Öğretmen Akademisi”nin öğretmen adaylarına sunduğu “eğitim”in, üniversitelerde verilen eğitimden daha yüksek düzeyde olduğunu söylemek mümkün mü? Neden “Atatürk Öğretmen Akademisi” bir üniversitenin, bir fakültesine bağlı bir okul olarak işlevini güçlendirmesin? Neden üniversitenin geniş kadrolarından, imkânlarından, akademik niteliklerinden yararlanmasın? Bu ülkede, ilkokul öğretmenliği, yıllarca siyasetçilerin “popülizm”ine teslim edilmedi mi? İlkokul kadrolarında “geçici öğretmen” uygulaması ile eğitim kalitesi ile oynanmadı mı? Arkeologtan veterinere; işsizlerin “iş kapısı” olarak kullanılmadı mı? Lise mezunlarına, birkaç yıl geçici öğretmenlik yapanlara “özel imkânlar” sağlanarak kadrolanmadılar mı? İlkokul öğretmenliği alanında, hep “partizanlık” kol gezmedi mi? Yapılan sınavlara hep “şaibe” bulaşmadı mı? O halde, öğretmen yetiştirmeyi tüm bu “etki”lerden kurtarmak için; serbest yarışın olduğu, bilimsel ölçütlerle seçilen öğrencilerle yürütmek gerekiyor… İzole bir mekânda, “üniversite ortamı” olmaksızın öğretmen yetiştirmekte ısrar etmeyi gerçekten anlayamıyorum… Bir de şu: Deniliyor ki, bir üniversite, öğretmen yetiştirecekse, buyursun yetiştirsin… Ama bu, KKTC vatandaşı olmamalı… Yani, KKTC yurttaşı, kendi ülkesinde, kendi üniversitesinde eğitim yapamaz… Öğretmenlik okuyamaz… Neden? Çünkü o işi yalnız Atatürk Öğretmen Akademisi yapabilir… Peki bu bir nevi “tekelcilik” değil mi? Tabii, tüm bunları, tüm eğitimcilerde, sendikacılarda olması gerektiğine inandığım “geniş” bir bakış açısı ile ortaya koyuyorum… Bugün ölesiye savunulan bu okulun eski bir öğrencisi olarak, o günlerdeki eksikliklerden etkilenen birisi olarak bunları savunuyorum… İlkokul öğretmeni yetiştirmeyi amaç edinen okulda, öğretmenlerimizin çoğu lise öğretmeniydi… Akademik kariyer sahibi öğretim görevlisi yoktu… Bugün, bu alanlarda birtakım iyileştirmeler olduğu gerçektir… Ama Atatürk Öğretmen Akademisi, bir üniversite ortamının yerini tutamaz… Ben, kaliteyi, daha yüksek kaliteyi savunuyorum… Bugün bir üniversiteye “öğretmen yetiştirme” misyonu verilebilir. Birtakım kısıtlamalar bile dayatılabilir… Yasakçılıkla değil, yarışla, iyi bir seçimle bu işler yürütülebilir… Ve hepsinden önemlisi; bir üniversite, bu işin fıcırını çıkarıyorsa, bunun da önlemlerini almak yetkililere düşer… Nitekim, ortalık eczacı doldu… Avukat doldu… Beden Eğitimi öğretmeni doldu… Edebiyat öğretmeni doldu… Bu kötü örneklere bakarak “ilkokul öğretmeni” enflasyonu önlenemez mi? Tabii ki önlenebilir… Ama eskiyi savunarak, yetersizliği savunarak yapılamaz bu…