Hüseyin Özgürgün geçen gün, yediyüz bin kilo ağırlığında bir laf etti:
“Makamına saygım var, Akıncı’ya yok” dedi...
Yani; Hüseyin Bey kardeşimiz, “makamı” seviyor…
Bir başka deyişle oradaki cansız “koltuğa” saygı duyuyor…
Bu durum hem bir “tapınma” halini, hem de bir “insani” zaafiyeti içeriyor… 
Ortaçağ din tacirleri de öyleydi… Onlar için “put”lar önemliydi, insanlar değil…
Özgürgün’ün ruh hali; 2020’de oraya oturmayı (Allah korusun) aklına taktığını gösteriyor… Cumhurbaşkanı Akıncı’nın davetine katılmayarak, kırdığı “siyasi pot”u sanki bir “eylem”miş gibi sunuyor...
Ne yazık ki; UBP’den bu konuda “çıt” çıkmıyor...
Bir Tanrı’nın kulu çıkıp da “Özgürgün siyasal gerginlik yaratıyor” demiyorsa, bu partinin iç yapısı bakımından durum ciddidir...
UBP; 1990 seçimlerinin ardından 45 vekil ile Meclis’i işgal ettiği dönemdeki lider sultasına “suskun” haline dönüş mü yapıyor ne?
Özgürgün, siyasetteki üstadı Eroğlu’nun 1990’lardaki “tavır”larını anımsatan bir “strateji” içinde görünüyor...
Nedir bunun formülü? 
Delegelerle, üyelerle parti içinde sağlam bir “politik bağımlılık” oluşturacaksın; bunu sağlayınca kimseyi takmayacaksın, efelensen de, debelensen de kimse sana “ne oluyor?” diye sormayacak...
“Yürü ya kulum” dediklerin, sırtını sıvazladıkların “kurultay”larda senin için kolları sıvayacak...
“Mahalle politikası” derler buna...
Al gülüm, ver gülüm temeli üstüne inşa edilmiştir...
İngiliz döneminden kalma “patronaj” sisteminin kalıntılarını içermektedir...
UBP; bu tür “geçmişi” olan bir okul, Özgürgün de bu okulun giderek Eroğlu’laşan bir talebesidir...
Talebesidir diyorum, çünkü “olgunluk” sınavındaki performansı nedeniyle yerinde saymakta, hatta gerilemektedir...
1990’ların ilk yarısını anımsayanlar, Özgürgün’ün şimdiki “hal ü pür melal”ini daha iyi anlarlar...
Tıpkı o zamanın Eroğlu’su gibidir şimdiki Özgürgün...
Partide müthiş bir “hegemonya” kurmuş; kimse konuşamıyor, kimse farklı bir düşünce sunamıyor...
O dönemde “Dokuzlar hareketi”nin öncesinde UBP’de bir “Altılar hareketi” vardı. Bir de muhtıra imzalamışlardı. Eroğlu’nun iki bakanı, ceplerine muhtırayı koymuş, toplantıya gitmişler. Ama cesaret edip de Eroğlu’na muhtırayı verememişler...
Sonra Hakkı Atun’un öncülüğünde “Dokuzlar” hareketi başlayınca da, Parti Meclisi’ne gitmiş konu... Hakkı Atun, uzun uzun muhtıradaki eleştirileri aktarmış...
Ama; bir Tanrı’nın kulu çıkıp da “Hakkı Bey doğru söylüyor” bile dememiş...
Eroğlu da dokuzunu birden partiden atmış...
Adamın; tam 45 tane vekili var o günlerde...
Meclis’te muhalefet yok... TKP ile CTP boykot ederek Meclis’e girmemişler...
İşin en ilginç tarafı ise Cumhurbaşkanı Denktaş’ın uyarıları...
Derviş Bey, bu uyarılara “zerre” kadar itibar etmedi o günlerde…
Parti içinde kurduğu “yapı”ya güveniyor, karşıt hiçbir harekete göz açtırmıyordu...
Gerçekten; Özgürgün’ün bugünkü “tavır”ları, Cumhurbaşkanı’na “saygı” çizgisini aşan ve bir türlü bastırmayı başaramadığı “öfke”si, o günleri çağrıştırıyor...
İşte bütün bunlar bir de “Cumhurbaşkanlığı hayali” ile birleşince Özgürgün’ün UBP’yi nereye sürüklemek istediği sorusu gündeme geliyor...
Biliyoruz ki, önümüzdeki günlerde şahsi olarak da “zor” bir süreç yaşayacak...
Mahkemedeki kişisel meseleleri yüzünden ortaya çıkan büyük rakamlı banka hesapları var...
Bir parti lideri bu konularda kamuoyuna “tatmin edici” açıklama yapmadığında; siyaset kurumuna verdiği “tahribat” kadar, kendi şahsiyetini de zora sokar...
Bereket versin ki, Sayın Cumhurbaşkanı, Özgürgün ile bir “laf dalaşı”na girmedi. Kendisini fazla “ciddiye” almadı... Ama “tavırlarından” rahatsız olduğu da belli...
Oysa; asıl üzerinde durulması gereken şey; “devlet kurmakla” övünen bir siyasal partinin başkanının, o devletin tepesindeki Cumhurbaşkanı için söylediklerinin UBP’de nasıl karşılandığıdır...
UBP’liler, başlarını ellerinin arasına alarak yediyüz bin kere düşünmelidirler...
Kendi liderlerinin, Cumhurbaşkanlığındaki partiler toplantısında hiç söyleyecek sözü yok mu?
Özgürgün, muhalefet liderliğini böyle mi sürdürecek?
Bu konuda da Eroğlu’ndan aldığı “ders”lerle mi hareket edecek? 
Hakkında mahkeme kayıtlarına geçmiş büyük “rakam”lar orada dururken, “bana birşey olmaz” mı diyecek?
Cumhurbaşkanı’na saldırırsa, ortalığı gerginleştirirse bundan bir “politik yarar” göreceğini mi sanıyor?
UBP’de, tıpkı 1990’ların başında “Dokuzlar” hareketini başlatan kişiler gibi ayağa kalkacak, soru sual edecek vekiller yok mu?
1990’lardaki gibi “suskun” mu UBP? Yoksa o yıllarda yaşananaların bu halka kaça mal olduğunu hesap ederek 30 yıl sonra sorgulayacak, ayağa kalkıp konuşacak kadar “demokratik” bir arpa boyu yol katetemedi mi UBP?