Pandemi ile dünya; bir “carting yarış pisti”ne dönüştü…
Bu süreçte; “devlet”ler sanki pist üzerinde yarışan, “go-cart”lar gibiydi…
Tüm “pilot”lar; birbirini gözetledi, rol çaldı, çalım yaptı, solladı, çarpıştı, çoğu da tosladı…
Adına “devlet” denilen yapılar, tam bir “global sınav”dan geçti…
Kimisi; demokrasisini fazla zedelemeden, insanını bu belâdan kurtarmak için, çabaladı durdu…
Yanlış da yaptı, eksik de yaptı; ama sonunda belki “en az zararla” bu “yarış”ı bitirecek bir noktaya doğru yol almayı başardı…
Kimisi ise; “insan”ına değer vermediğini, politik sisteminin “dayanaksız” olduğunu, böylesine global felaketler karşısında ayakta durabilecek takadı olmadığını tüm dünyaya kanıtladı…
Kıbrıs’ın kuzeyinde, adına sadece bizim “devlet” dediğimiz yapı ise, akılsız yöneticiler yüzünden bir felaketi “fırsat”a dönüştürme şansı varken, öyle bir kabiliyet gösteremedi…
Nüfusunun azlığı ve daha başka avantajlarını kullanarak; çözüm, işbirliği ve insanlık değerleri bakımından “ciddiye alınabilecek” bir dünya toplumu standardına ulaşabilirdi, ancak beceremedi…
Covid-19 haberleri dünyaya yayıldığında, henüz virüs Kıbrıs’ta görülmemiş iken, çok önemli bir adım atılmıştı…
İki toplum lideri bir araya gelmiş ve “İki Toplumlu Sağlık Komitesi”ni devreye koymuştu. Pandemi sürecini “birlikte yönetmek” üzere mutabakata varmışlardı…
Bu; müthiş bir adımdı… Tüm Avrupa’ya “model” olabilecek bir işbirliği projesi olacaktı…
Hemen çalışmaya başladılar. Kıbrıslı Türkler, kendi ihtiyaç listelerini oluşturmuş, AB de kendisinden beklenmeyen bir hızla, 5 milyon Euro’luk ilk “medikal araç, malzeme ve uzmanlık” yardımını yapmıştı…
Yardımın arkası gelecekti…
İlk parti ilaç yardımı, Türk-Rum kesimlerini ayıran barikata geldiğinde, o zaman Başbakan olan Ersin Tatar, büyük bir “Show”la buna karşı çıkmış, zamanın Cumhurbaşkanı’nı “kaçakçılık”la suçlamıştı…
Tatar’ın bu tür “şöven” çıkışları, AKP’nin çok hoşuna gidiyordu. Pandemi, hoyrat milliyetçiliğin siyasetteki alanını genişletmeye fırsat veriyor ve Tatar’ın Erdoğan’ın gözüne girmesini sağlıyordu.
Tatar; Ankara’dan aldığı güçle; Pandemi konusunda “iki toplumlu işbirliği”ni torpillemeyi başarmıştı. Rum tarafı, düzenli raporlarla “bilgi” sunarken, bizim taraf 35 sayfalık bir İngilizce raporu tam 53 gün beklettikten sonra vermiş, yapılan tüm ortak çalışmaları berhava etmeyi başarmıştı…
Aynı hükümet, Rum tarafına başka zorluklar da çıkardı. Örneğin bazı barikatlarda Rum ambulanslarının geçişine bile izin vermedi. Rumların geçiş ihtiyacı olan barikatları seçerek, öncelikle onları kapattı. İşi hoyrat bir milliyetçilik yarışına dönüştürdü. (Halen barikatlar kapalı ve Rum tarafının resmi “açalım” önerisi bizimkilerin keyfinin gelmesini bekliyor)
Elbette; normal bir süreçten geçiyor olsaydık; “barikat kapatmak” hiç de kolay bir iş değildi…
Her iki taraftan “sivil toplum” hemen harekete geçer, barikatları başlarına yıkardı…
Yıktı da… İlk günlerde Lokmacı barikatında çok ciddi bir sivil toplum direnişi sergilenmiş ve barikat devrilmişti…
Ancak, araya “Pandemi yasakları” girdi, herkes evine kapandı ve ülkeyi yönetenler, dilediği gibi, sessiz sokakların ve siyaset kurumunun hakimiyetini ele geçirdi…
Ersin Tatar, AKP tarafından koltuğa oturtulduktan sonra ise, Rum tarafı ile “temaslar” tamamen durduruldu. İki taraf arasındaki tüm barikatlarda geçiş yasağı uygulanmaya başladı. Evli çiftler, aileler bölündü. Hastalar, sağlık hizmeti alamaz oldu. En kötüsü Rum kesiminde çalışan 1400 dolayında emekçi ortadan kayboldu. Onların başlattığı “açız” eylemlerine hükümet edenler kulak asmadı. Şimdi bu insanlar ne yiyor, ne içiyor, Rum tarafına mı kaçtılar, kimse bilmiyor…
Adına “devlet” dedikleri yapı bu insanlara zerre kadar elini uzatmadı, 1990’lara bizi geri götürmek için Pandemiyi tepe tepe kullandı…
1990’ların “blame game”ine geri dönüldü. Ersin Tatar, her Tanrı’nın günü, Anastasiades ile “ağız dalaşı”na giriyor, milliyetçilik üzerinden gerginliği artırıyor ve Ankara’ya yaranmaya çalışıyor…
Aşıyı da, ilacı da, testleri de “şövenizm” ile sarmalayıp Rum tarafı ile “suçlama yarışı”na giriyor. Polemiğin dozunu her geçen gün artırıyor…
Önce “Ben ayrı devletim, AB, aşıları doğrudan bana vermeli” diyerek, “Kıbrıs Cumhuriyeti”nden gelen aşıları reddeder gibi oluyor, restini kimse dikkate almayınca da, susup kabulleniyor…
Ertesi gün ise, “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin parasını ödeyerek satın aldığı aşılardan “bedava” pay talep ediyor… “Aşı”yı, AB’ye düşmanlığı körüklemek, Türkiye’ye “minnetle” borçlanmak aracı olarak kullanıyor…
İpler kopuk, iletişim yok… Rum tarafı da bu ortamda bizimki ile dalgasını geçiyor. AB’den sağladığı 482 bin doz aşının, ancak 30 binini bizim tarafa gönderiyor. Bizimkiler de “Nüfusumuz yüzde 20” diyerek Rum tarafının diskriminasyon yaptığını ileri sürüyor.
Kısacası; pandemi sadece “sağlığı” vurmadı… Bizim buralarda her şeyi yıkıp geçti…