Uzunca bir süredir 30 yılı aşkın iş tecrübemde biriktirdiğim hikayeleri ve öğretileri bir kitap altında toplamak için not ediyor fırsat bulunca da yazıyorum. Bir nevi bir manevi miras olarak çocuklarıma bırakacağım bir kitap olsun istiyorum.
 
Pazar akşamı bir taraftan seçim sonuçlarını dinlerken diğer taraftan da yazmak için not aldığım iki üç anekdotu kitapta yer alması için yazmaya çabaladım.
 
Odaklanmak zor oldu ama başardım.
 
30 yıla yakın çalıştığım şirket dünyanın neredeyse en global şirketlerinden biri olunca iş icabı her ülkeden insanlarla toplantı ve eğitim için bir araya gelme imkânı çok daha fazla oldu.
 
Hep iş konuşmadık elbet.
 
İncir çekirdeğini doldurmayacak konu gibi ortaya çıkan diyaloglar sonrasında düşündürten enteresan noktalara vardık.
 
Bazen de hiçbir yere varamadık.
 
Hepimiz seçim yorgunuyuz. Kimimiz koşturmaktan. Kimimiz konuşmaktan. Kimimiz de benim gibi yazmaktan.
 
Pazar akşamı çıkan sonuçlardan dolayı yaşadığım hayal kırıklığının boyutunu dağıtmak ve yazmaya devam etmek için odaklanmak adına dün akşam yazdığım anekdotlardan üç tanesini paylaşıyorum.
 
***
 
Ay çekirdeği mi güneş çekirdeği mi? Tüketici promosyonunda ürünlerimizin bir kısmıyla birlikte ay çekirdeği verdik. İyi de gitti. İşsizliğin arttığı, sıkıntının hat safhaya ulaştığı sosyal hayatta çay ve ay çekirdeği tüketimi maliyeti de göreceli ucuz keyif araçları olduğu için ciddi şekilde arttığı gözleminden hareketle bu promosyonu yaptık.
 
Sene sonuna doğru yurtdışından katılımın olduğu toplantıda yapılan bu tüketici promosyonundan bahseden ilgili arkadaş şaka olsun diye ‘’moonflower seed promotion’’ demesiyle konu Türk toplumu ve olaylara bakışı ile ilgili haklı ya da haksız öyle bir yerlere gitti ki sormayın.
 
Ayçiçeği dediğimiz bitkinin ismi İngilizcede malum ‘’sunflower’’.
 
Ana akım dillerin hepsinde bu bitkinin ismi direk tercüme edildiğinde İngilizcede olduğu gibi ‘’güneş çiçeği’’.
 
Dünyanın her yerinde çocuklar resim yaptıklarında güneşi üç aşağı beş yukarı hep bu çiçeğin resmine benzeterek çiziyorlar.
 
O kadar da güneş ile özdeşleşmiş bir bitki bu ‘’sunflower’’.
 
Bir tek Türkçede ‘’güneş çiçeği’’ denmiyor bu bitkiye.
 
Ya ne deniyor?
 
‘’Ayçiçeği’’.
 
Bitkinin uzaktan yakından karanlık ile alakası yok hâlbuki.
 
Gün içinde dünyanın hareketine göre güneşin olduğu yöne doğru kendini bir yerde güneşe sabitleyerek hareket ediyor.
 
Hatta karanlıktan kaçan bir bitki bile denebilir.
 
Bu kadar da karanlığa tavır koymuş, güneşe bağlı bir bitki.
 
Vay sen misin umudun temsilcisi ışık ve sıcaklığı bıkmadan arayıp bulup takip eden.
 
Ne hakla bu kadar güneşe bağlılık gösteriyorsun dercesine, al sana bunun tersini çağrıştıran bir isim.
 
Ayçiçeği.
 
İngilizceye direk tercüme etseniz ‘’moonflower’’ oluyor.
 
Her umudun ille de tereddüt ettirip düşündüren bir karanlık tarafının olması mı lazım bizim toplumumuzda.
 
Kendi çocuklarına ‘’İmdat’’ ya da ‘’Yeter’’ ismini uygun gören bir toplumdan ne beklersin.
 
Bu da başka bir toplumda yok. Belki Kızılderililerde ve Eskimolarda var.
 
Çocuklarına reva gördükleri böyle isimlere bakınca ‘’ayçiçeği’’ masum ve normal kaçıyor.
 
***
 
Unutmamak mı hatırlamak mı? Kuzey Avrupalıların çoğunlukta olduğu bir ekip ile toplantı sonrası yemekteydim.
 
Konuya da masadaki arkadaşların bir kısmının sistemde 25. yılımı doldurmuş olmamın söylenmesi ile gelindi.
 
Biz genelde sevdiğimiz, başarılı bulduğumuz insanlara ‘’seni unutmayacağız.’’ deriz denildi.
 
Kuzey Avrupalılar da bu cümle kullanılmıyormuş.
 
Ayni duyguyu farklı şekilde ifade ederlermiş.
 
‘’Seni her zaman hatırlayacağız.’’
 
Masada şarap ve güzel de yemekler vardı bir süre tartıştık durduk bu konuyu.
 
Arada fark var mı?
 
Hangisi daha pozitif?
 
Hangisi daha samimi?
 
Söylenen için hangisi daha gurur verici?
 
Karar veremedik. Ortada kaldı.
 
Farklı kültürlerin hayata bakışı ile ilgili bir şeyler gizli bu iki anekdotta.
 
Umut ile pozitif olmayı başarmak ile ilgili bir şey.
 
Bunun cevabını bulursam onu da bu iki anekdota ekleyeceğim.
 
Başarıp kitabı çıkarırsam belki okursunuz.
 
***
 
Makbul olan. Kuzey Avrupalıların ağırlıkta olduğu yemeğin sonunda, bizim aile içinde büyüklerimizin söylendiğini hatırladığım ve bugüne kadar taşıdığım lakırdılardan birini söyledim. 
 
‘’Makbul olan başkalarının seni senin olmadığın ortamlarda övmesidir’’.
 
Bu da diğer ülkelerde olan bir laf değilmiş.
 
Ne kadar güzel bir laf diye tekrarlayıp belleklerine not ettiler.
 
Bu söylem ve davranış bugünkü Türk toplumuna zıt ama diyemedim.
 
Ara ki bulasın bu davranış ve anlayışta olanları.
 
Etrafımızda ‘’Ben’’ ya da ‘’benim’’ ile başlayıp bununla hızlarını alamayıp yine ‘’kendiyle’’ cümlelerini bitirenler fink atıyor.
 
***
 
Ortaya çıkan seçim sonuçlarından sonra ben bu tür konuları yazmaya sizler de bir süre bu tür yazıları okumaya hazır olmalıyız.
 
Baksanıza seçim sonuçlarına göre memlekette her şey yolunda gidiyormuş.
 
Biri Cumhurbaşkanı diğeri Başbakan ikinci tura kaldı. İkisinin toplam oyu neredeyse kullanılan oyların üçte ikisine yakın.
 
İki aday da önümüze iki tane denenmemiş! seçenek ile ikinci tur için onay istiyor.
 
Seçeneklerden biri bıraktığın yerden federasyon görüşmelerine tekrar başlamak.
 
İkincisi de bugüne kadar sabredip şu veya bu sebepten dolayı yapmadığımız tanınma seferberliği ile adada iki devletli çözümü dünyanın büyük bir bölümüne kabul ettirip Kıbrıs sorununu çözmek!
 
Ya da ikisi de olmadı fark etmez Türkiye’nin alt bir vilayeti olmaya hazır olmak.
 
Beyinlerimizi ‘’tadilattan’’ geçirip yazmaya devam etmek için sebep arayana kadar bu tür yazılarla idare edeceksiniz artık.