Eğitimi “ümmetçilere” teslim etmekle ünlenen, Kuran Kursları destekçisi, tarikat ve cemaat hamisi, sözümona Eğitim Bakanı Nazım Çavuşoğlu, Kazakistan’da geziyor…
Siyasetimizde hem adı, hem soyadı bu kadar “kutsal” olan bir başka Nazım Efendi yoktur…
“Çavuşoğlu” soyadını, yıllarca gururla taşıdı… AKP’li adaşının akrabasıymış gibi “ihtimam” gördü…
Şimdi ise ilk isminden nemalanıyor galiba…
Neden mi?
Çünkü bizde iki türlü Nazım Efendi vardır…
Şeyh olan Nazım Efendi…
Ve şeyh olmayan Nazım Efendi…
Bizimki “şeyh” olmayan, ama “şeyh”lere taş çıkartacak kadar “fani”liği sonradan benimsemiş biri…
Ne arıyormuş Kazakistan’da?
Üniversitelerimizi Kazaklara tanıtacakmış…
Hangi üniversitelerimizi?
Parayla sahte diploma veren, itibarları yerlerde sürünen “özel” üniversiteleri mi?
Yoksa, partisinin iyi yönetemediği için “batırdığı” devlet üniversitelerini mi?
Hangi yüzle oralarda “Bize daha fazla öğrenci gönderin” diyebiliyor bu; “şeyh" olmayan Nazım Efendi?
Yoksa “ahmak” Kazakların derhal “Olur Paşam, emrin olur, hemen gönderelim” diyeceklerini mi sanıyor?
Üniversite ücretlerinin 1500 dolardan başladığı, diplomaları uluslararası kabul gören bir ülkede “Üniversite öğrencisi” avına çıkmak, aslında “Müslüman mahallesinde salyangoz satmak” demektir.
Çavuşoğlu Nazım da, salyongoz satmaya gitti oralara…
Tabii “Sahte diploma” skandalını Kazakların duymadıklarını zannediyor bizimki…
Kazaklar mutlaka kibarca sormuşlardır:
“Sizde jalğan dïplom bar.” Yani “sizde sahte diploma var…”
Keşke, bu Nazım Bey, yanında Erhan Arıklı adındaki “Ortaasya Uzmanı” siyasetçiyi de götürseydi…
Adamın, oralarda büyük “itibarı” var… Ansızın “Tanrı Dağları’nda ruhumu dinlendirmeye, ondan sonra da Özbek Pilavı yemeye gidiyorum...” diyerek ortadan kaybolmuştu geçen kış aylarında…
Bir de baktık ki Kırgızistan’daki bir üniversitenin sorunlarını “iki saatte” çözmüş, Ersin Tatar’a da, geçen Aralık ayında “fahri doktora” töreni ayarlamıştı…
Adam, oralarda yıllar önce “diplomatik görev”le KKTC’yi temsil etmiş…
Maaşı bizden alırken de boş zamanlarında 3 milyon dolarlık gelir elde eden şirket kurmuş, servetini büyütmüş…
Belli ki “bağlantıları”nın bize bir faydası olmasa da, kendisine “getirisi” yüksek olmuş…
Birlikte gitselerdi; biri salyongoz satar, öteki Özbek çorbası içer ve KKTC’yi tanıtırlardı…
Ama hayır… Arıklı bu günlerde istese de Nazım Bey’e eşlik edemezdi…
Bir yanda; hissedarı bulunduğu 8 şirketin bazılarının Vergi Dairesi’ne beyanda bile bulunmaması, vergi ödememesi ile ilgili hakkında ciddi suçlamalar var…
Öte yanda ise partisinde “sürpriz” biçimde karşısına aday olarak çıkan, Genel Sekreteri eski Müftü var…
Ancak tam da bunlarla baş etmeye çalışırken, bir de “kurultayın ertelenmesi” talebi ile karşılaştı…
Belli ki AKP, tıpkı UBP’ye yaptığı gibi, avucunun içindeki YDP’ye de “ayar” çekme gereği duydu…
İşte bu yüzden Erhan Bey’in başı çok sıkışık… Yoksa, Kırgısistan’da Tatar’a “doktora unvanı” ayarlayan adam, Kazakistan’da da Nazım Bey’i “sahte diploma” derdinden kurtarabilir, belki de ona da bir cübbe giydirirdi…
Gerçekten, Kıbrıslı’nın aklının kesemeyeceği işler bunlar… Bu yüzden böylesi “ithal” siyasetçilerin; bizi, bizmiş gibi, bizdenmiş gibi, bizim yerimize dış dünyada temsil etmesi, burada yaşatılan “rejim”in büyük başarısıdır…
Bu başarıda gelmiş geçmiş tüm siyasetçilerin en yukarıdan en aşağıya kadar payları vardır…
Neyse…
Sahte diplomadan ta nerelere kadar geldik…
Bu kikayeyi, Yılmaz Özdil’in videosundan izledim…
Adamın fanatik milliyetçiliği, yabancı düşmanlığına varan Avrupa karşıtlığı, üst düzeylerde olsa da, kendi ülkesinin “gara cahil”liğini kaldırıp kaldırıp yere vurması bence önemli…
Dindar bir “fani” bir gün, bisikletini cami duvarına dayamış ve avludaki şadırvana oturup abdest almaya başlamış…
Bir de bakmış ki, birileri bisikleti kapmış götürüyor…
Arkasından koşmuş ama, yetişememiş…
Bağırmaya başlamış… “Yahu bu ülkede hiç mi namuslu adam kalmadı? Caminin içinde de mi hırsızlık yapıyorlar?”
Dindar adam, soluğu karakolda almış. Şikayetçi olmuş. Polis sormuş ona:
“Bisikletin markası ne?” Adam kem küm etmiş…
“Peki” demiş polis “Kaç paraya aldın bu bisikleti? Faturası nerde?”
Dindar adamda tıs yok… Sonunda itiraf etmiş kendi hırsızlığını… Meğer “çaldılar” dediği bisiklet de hırsızlıkmış…
Onu, bir dükkânın önünden araklamış…
Adam, kendi hırsızlığını “makul” sayıyor, ama camideki hırsızlığa öfkeleniyor…
Son zamanlarda şahit olduğumuz rezilliklere ne kadar da çok benziyor bu hikâye…
“Sahte diploma” skandalı yaşanırken, kendi diploması da “sahte” olmakla suçlanan ve halen mahkemeye, polis soruşturmasına konu olan bir “fani”den açıklama geliyor:
“Sahte diploma işinde gereği ne ise yapmaya kararlıyız…”
Bu ülkede hangi yönetici hangi sorunu çözdü ki, bu “fani”ye inanalım?
İşte; eczacılar, doktorlar itibarsızlaştırıldı önce… Şimdi de akademisyenler ve üniversitelerde sıra…
Herşeyin “fıcırını” çıkarırsanız, işte böyle olur…
“Üniversite enflasyonu”na derhal “dur” denilmelidir…