Türkiye’deki “rejim”in kurbanlarından Mehmet Altan; 2004 Annan Planı referandumundan iki gün sonra, Sabah’ta şöyle yazmıştı:
“Barış dönemi başlıyor... Öncelikle avanesiyle birlikte eski anlayışın ve bizdeki derin devletin uzantısı Denktaş tasfiye olacak...
Ardından KKTC dünyaya bağlanacak...
KKTC halkı Türkiye'nin de AB yolunu açmış bulunmakta... Oradaki çağa eklemlenme arzusunun böylesine güçlü haykırılması, Türk halkının da AB sürecini rahatlatmakta...
İçinde bulunduğumuz yıl statükocuların tasfiye yılı olacak... KKTC halkı bu tasfiye hareketini Denktaş ile başlatma arzusunda...
Müzakereler başlayınca aynısını Türkiye'de yaşayacağız... Hayatın her alanında dünde kalanlar, cehaleti hamasetle örtmeye çırpınanlar kendi yetersizliklerini vatanseverlik sahtekarlığı ile kapatmaya sıvananlar, işini yerel ölçekte kaydır kuydur yapanlar, bürokratik olarak pozisyon tutmak için dövüşenler... Hepsinin tasfiye olacağını göreceksiniz...
Denktaş da gidecek... Gitmeli de... Sıra böylece Türkiye'ye gelmiş olacak...
Türkiye'deki Denktaş muadilleri de müzakerelerin başlamasıyla gidecek... Kıbrıs aşıldı. Hele bir de müzakereler başlasın. O zaman 2004 yılı tüm muhteşemliği ile tarihe geçecek... Durum keyif ve umut vermekte...
İyidir iyi...”

Sevgili Mehmet Altan’ın bu “öngörüleri”ni şiddetli bir burukluk içinde yeniden okudum…
Neredeyse hiçbiri tutmadı… 
“KKTC dünyaya bağlanacak” demişti… Değil dünyaya bağlanmak, dünyanın gözünden bile kaybolduk…
Mehmet Altan’a göre; statükocuları tasfiye edecektik ve sıra Türkiye’ye de gelecekti…
Statükocular o dönemde birazcık hırpalandı, doğrudur ama; so
nradan herşey yerli yerine oturdu... 
Mehmet Altan sanıyordu ki “cehalet ve hamaset bitecek…”
Oysa bu “değer”ler allandı budaklandı, “Rabia”ya dönüştü… 
Yine sevgili Mehmet’e göre; KKTC halkı olarak Türkiye’nin AB yolunu açmış bulunuyorduk…
İşte tam da bu noktada “Elimizin koca körü” dememek için zorlanıyorum…
Türkiye’nin ne AB yolu kaldı ne de “Monobadi”si…
Eminim; Silivri hapishanesinde 2 yıl yattıktan sonra, salıverilen sevgili Mehmet Altan; İstanbul’u doya doya seyrederken, ülkesinin 2004’teki durumu için söylediği “durum keyif ve umut vermekte” sözcüklerini mutlaka anımsamıştır…
Pek çok dürüst entellektüel Türk gibi onun da “umudu” yoğundu…
Hem Kıbrıs için, hem de Türkiye için…
Ancak hiç de öyle olmadı…
Türkiye, Mehmet’in babası Çetin Altan’ın 88 yaşında dediği gibi “Benim hayal ettiğim ülke bu değildi” saptamasına uygun biçimde; yuvarlandı yuvarlandı ve Ortadoğu bataklığına saplandı…
Ne Avrupa yolu kaldı, ne dünya ile kucaklaşma…
Artık bambaşka bir Türkiye var…
AB’den çok uzakta, yüzü Malezya’ya dönük bir Türkiye…
Mehmet Altan ve onun gibi birçok “Türk aydını” çok ama çok yanıldı…
Umut bağladıkları “güç” döndü ve onları zindanlara attı…
Bununla da yetinmediler… 30 yıldan beri hocalık yaptığı üniversitedeki görevinden de atıldı Mehmet Altan…
Tabii; bir tek o da değil… “OHAL”in “bir tek kişiye” verdiği yetkilerle “Kanun Hükmünde Kararname”ler; celladın giyotini gibi, 100 binden fazla devlet görevlisinin kafasını uçurdu…
Sevgili Mehmet Altan ne demişti?
Kıbrıslı Türkler, bir “evet” ile Türkiye’nin AB yolunu da açtılar…
Oysa hiç de öyle olmadı…
Biz onların yolunu açamadık ama, onlar bize başka başka “yol”lar döşediler…
Türkiye’deki son seçimlerden bu yana, Kıbrıslı Türkler’in “yolu” adeta eski Kıbrıslıların dediği gibi “çatallandı…” 
“Aynı yolu yürüyenler” bakımından elbette bir sorun yok… “Anavatan nereye, biz oraya” siyasetini güdenler açısından anında “dönüşmek” mümkün…
Bu tür politikacılar; salt Erdoğan’a yağcılık olsun diye camiye de gider, Bismillah da çeker, namaz da kılar, oruç da tutar… 
Sıkılmadan, utanmadan…
Asıl sorun; Kıbrıslı Türkler’i çok başka bir dünya kulvarında hayal edenler için başlamıştır…
Bu ülkede “sol siyaset” içinde yer alanların bu büyük “sıkıntısı”nı ciddiye almalıyız…
“Cumhurbaşkanı Külliye açılışına gitmesin” demek kulağa çok hoş gelse de, içinde hiçbir “akıl” barındırmıyor…
Hele TC Cumhurbaşkanı Erdoğan’a “Bu ülkede istenmiyorsun” diyen “slogan solcuları”nın Kıbrıslı Türklere hangi yararı sağladıklarını sorgulamaları gerekmiyor mu?
Bu ülkede Kuran Kursları’nı engelleyebildik mi?
Külliyeleri, devasa camileri engelleyebildik mi?
İlahiyat okullarını engelleyebildik mi?
Üniversitelerin kampüsüne bile kocaman camiler inşa edilmesini engelleyebildik mi?
Yani; medya ve sosyal medya “solcu”larının oturdukları yerde “ahkam” kesmeleri ile bir küçücük ülkenin, bir “otoriter” ülke ile ilişkilerini dinamitlemesi doğru mu?
Bu yalnızlıkta bir “Dost”a hiç ihtiyacı yok mu bu Kıbrıslı Türklerin?
Anastasiades’in; eli kanlı Putin’le sarmaş dolaş olurken; İsrail, Mısır ile kucaklaşırken yaptığı “siyasi hesaplar”ı görmezden mi geleceğiz? 
Kendimizi biraz fazla “ciddiye” almıyor muyuz Tanrı aşkına?