Kıbrıslı Türkler; bu adada 1878’den beridir “var olmak” için mücadele veriyor…

Tam 145 yıldır bu savaşım sürüyor…

İngiliz’den önce, Osmanlı tebaası idik… İngiliz gelince onun “obedient servant”ı olduk…

Yakın tarihte, İslami cemaatten “toplum” olmaya doğru hızla yol aldık…

İngiliz bizi hep “İslam cemaatı” olarak görmek ve tutmak istedi…

Eğitimi, sosyal yaşamı, kültür değerlerimizi hep “din” üzerinden kurguladı…

Müftümüzü yıllarca kendisi seçip tayin etti…

Ancak, İngiliz’in üzerimizde uyguladığı “toplum mühendisliği” başarılı olamadı…

Kıbrıslı Türkler, Atatürk’ün Türkiye’de estirdiği “rüzgâr”ın da etkisiyle “laik” yaşam tarzını benimsediler…

Kimsenin “inancı” ile ilgilenmediler…

Buraya getirtilen gerici müftülere prim vermediler…

“Din”in siyasette kullanılmasına, dincilerin sistem içinde söz sahibi olmasına fırsat vermediler…

Özellikle rahmetli Dr. Küçük’ün; şeriatçılara, tarikatçılara karşı verdiği savaşım, Kıbrıslı Türklerin “çağdaş” bir halk olarak “görünür” kılınmasını, varlığına saygı duyulmasını sağladı.

“Kıbrıs Cumhuriyeti” yaşatılabilseydi, hiç kuşkum yoktur ki, Kıbrıslı Türkler bugün dünya siyasetinde “görünür” bir varlık olarak yer alacaktı.

Olmadı…

Çatışmalar, enklavlar, savaşlar, kayıplarla bugünlere geldik…

50’lerde, 60’larda yaşadıklarımız sayesinde “ayrılıkçı” ruh halinden beslendik…

1974’ten hemen sonra, 1975 başlarında Meclisimiz, hem de oybirliği ile “Anavatan Türkiye ile birleşme” kararı bile aldı…

Ecevit olmasaydı, kim bilir bugün hangi Anadolu ilinin sıradan bir “ilçesi”ydik…

1983’lerde “devlet” ilan etmeye karar verildiğinde, bunun bir “şaka” gibi ortada kalacağını bir tek siyasetçimiz bile öngöremedi…

Bir 40 yıl da kendimizi “devlet” sanarak geçirdik…

2020’lerde Sayın Erdoğan, “elinin altında” bir arka bahçe olarak, emlak fiyatımızın farkına vardı…

Buranın hem etinden hem sütünden faydalanmak mümkündü…

Ülkeye hemen “toplum mühendisliği” uzmanları doluştu…

Ekim 20’de ilk darbe Akıncı’ya yönelik olarak gerçekleşti…

Arkasından UBP’ye el atıldı…

Mübarek “kağıttan bir kaplan”mış meğer…

Lime lime döküldü, anında yerlere serildi…

Bu partideki politikacılar, hiçbiri direnç göstermedi…

AKP kimi istediyse, onu Başkan yaptı, Başbakan yaptı…

Gerisini evine gönderdi…

Tayinli Başbakan geçen gün “Biz kurultay tarihini TC’ye bildirdik” demez mi?

Bunu da gördü bu ülkenin siyaseti…

Tabii, saf saf bunu ağzından kaçıran Başbakan’ın sözleri, daha sonra sansür edildi. Haberlerden çıkarıldı…

Belli ki utandılar… Bir partinin, kurultay tarihini TC’ye onaylatması yüzlerini kızartmış olabilir…

“Utanmak” aslında önemli bir insani duygudur…

Kenan Evren Cuntası’nın icat ettiği “Öğretmenler Günü”nde, sendikası adına konuşan öğretmen ne demişti?

“Öğretmenler olarak büyük bir utanç duyuyoruz bugün. Böyle bir günde yargılanan arkadaşlarımız adına, sizin duymanız gereken utancı biz duyuyoruz.”

Evet, tam 22 öğretmen, geçmiş bir “sendikal eylem”de yer aldıkları için mahkeme huzuruna çıkarıldı 24 Kasım günü…

İskele’den seçilen “gademici” Eğitim Bakanı Çavuşoğlu da törendeydi… Sözlüğe bakmış utanma sözcüğü için… “Yaptığımızdan utanacak hiçbir şeyimiz yoktur” dedi…

Utanmadı olanlardan…

İskele oylarıyla seçilen Ersin Tatar da oradaydı…  “Bir öğretmenin bize baka baka 'utanın' demesi beni üzmüştür” dedi…

O da utanmadı… Üzüldü yalnızca…

Sendikalı öğretmenin konuşması çok çarpıcıydı gerçekten…

Öğretmenlerin; “değerlerimizin ve toplumsal yapımızın her türlü çalışmayla dönüştürülmeye çalışıldığının” farkında olduğunu söyledi.  

İşte, yapılmak istenenlerle ilgili tam “teşhis” budur…

Toplumu “ümmetçi” bir formasyona sokmak…

Dindar, bilim dışı, şeriattan beslenen, gerici bir niteliksiz kalabalığa dönüşmek…

Nüfus politikası da buna yöneliktir… Kuran Kursları da…

İlahiyat okulları da…

TC ile yapılan din protokolleri, imzalanan “İşbirliği Mutabakat Zaptı” da

TC’den gelen öğretmenler de… İmamlar da…

Evkaf’ın yeni çabaları da… Din İşleri’nin statüsünün yükseltilmesi de…

Mağusa’ya “Müftü” atanması da…

Tüm bunlar eğitimi “ümmetçilere” teslim eden bakanın umurunda olmayabilir, yaptıklarından utanç duymayabilir…

Ancak gerçek şudur ki; Kıbrıslı Türkler’in 1878’den beri süren “var olma” savaşımında önemli bir kilometre taşındayız…

Tıpkı İngiliz gibi, AKP de burada “dincilik” üzerinden Türk toplumunun DNA’sı ile oynuyor…

Ustaca bir “toplum mühendisliği” uyguluyor…

İngilizin yaptıklarına “dur şunda” diyor…

Toplumu etkileyen kesimleri, toplumun “entelektüel” kapasitesini itibarsızlaştırmaya çalışıyor…

Eczacılara, doktorlara yapılanlar da bu “proje”nin bir parçası gibi görünmeye başladı…

Şimdi de yeniden öğretmene yöneldi rejim…

Ama asıl amaç; bu toprakları “ümmetçilere” teslim etmektir…

Kıbrıs Türk toplumunu dönüştürmek, çağdaşlıktan koparmaktır…

En büyük şansımız, öğretmenlerimizin bunun farkında olmasıdır…

Tatar Bey gibi, Nazım Bey gibi politikacılar bu “proje”de kendi toplumlarının karşısında durmaktadırlar…

Ya da bile bile toplumun gerici AKP iktidarı tarafından dönüştürülmesine “payandalık” yapmayı tercih ediyorlar…

İyi ki toplum tüm bunların farkında…