YÖDAK; adı büyük, içi kovuk bir kurum…
Tıpkı “devlet”in diğer birçok kurumu gibi…
Hatta “devlet”in bizatihi kendisi gibi…
Adlarının önünde “Prof.” unvanı olan koca koca üyeleri var…
Maaşları dolgun…
Koltukları sağlam…
Ama gelin görün ki; aylardan beridir, tek yaptıkları iş; birbirlerini yiyip bitirmekten öteye geçmiyordu…
Kurul Başkanı Turgay Avcı ile üyelerin, mahkemelerde karşılıklı hesaplaşmaları sürüyordu…
Üyeler; Turgay Avcı’nın diplomasına “sahte” demiyorlardı ama ısrarla Avcı’nın diplomasının “denkliğini” ve “aldığı notları” görmek istiyorlardı…
Avcı da “inadına” onlara göstermiyordu…
Üyeler; polise koşuyor, Tatar’a gidiyor, Yüksek Adliye Kurulu’na başvuruyor, ama Avcı “nor” diyor, peynir demiyordu…
Avcı’yı koruyup kollayan yukarılarda birileri “Ben baktım, gördüm. Diploması tamamdır.” dese de, kimse bu “zat”ın söylediğine itibar etmiyordu…
Hatta “Turgay Avcı’ya kefilim” dediğinde de, kimse onu ciddiye almamıştı…
Geçenlerde mahkeme; polise “Turgay Avcı’nın diplomasını inceleme” görevi vermişti. Polis de “şip şak” diplomayı incelemiş, “sahte değildir” raporunu mahkemeye sunmuştu.
Tabii üyeler de, mahkeme de bundan “tatmin” olmadı…
Bir türlü; Turgay Avcı’nın Beyrut Amerikan Üniversitesi’nden aldığını söylediği “diploma”yı sağlayan ders notları ile bitirdiği okulda kaç yıl okuduğu belirlenemedi…
Üyeler; “Yahu, bu okuldan aldığı notları DAÜ’ye vererek orada üst lisans yaptı. Transkript’ini DAÜ’den isteyin” dediler ama o da gerçekleşmedi…
Kavga, bu biçimde sürüyordu…
Üniversiteleri denetlemesi, bekleyen onlarca programın açılmasını izinlendirmesi gereken bu kocaman kurum, birkaç parçaya ayrılmıştı…
Turgay Avcı ile Mehmet Hasgüler, karşı cephelerdeydi…
Bu arada; ansızın, Kıbrıs Sağlık ve Toplum Bilimleri Üniversitesi’nde “sahte diploma” skandalı patlak verdi…
Bu okul; MHP Mersin milletvekili Levent Uysal’a ait…
Bu “zat” buralarda “ganimet” topraklar üzerinde “üniversite” kurmuştu…
Eşi Ece Uysal’ın, Mütevelli Heyeti Başkanı olduğu okula, Başkan Vekili olarak Kemal Dürüst’ü, üye olarak da Sefa Karahasan’ı atadı.
Tabii, bu “skandal”ı ortaya devletin herhangi bir kurumu çıkarmadı…
Her işimizde olduğu gibi, tıpkı ihalelerde yaşananlar gibi, ortaklar arasındaki anlaşmazlıktan ötürü, okul içindeki “kirli çamaşırlar” bircik bircik ortaya döküldü…
Yoksa; oradaki “çark” yıllarca “al gülüm, ver gülüm” formatında devam edecekti…
Ancak gelin görün ki, Mali Polis, tüm harcama evraklarına el koyunca, “rüşvetin belgeleri”ni de eliyle koymuş gibi buldu, çıkardı…
Önce, “pastiş”ler konuştu…
“Biz Kemal Dürüst’ün parayı cebinden ödediğini sanıyorduk” dediler…
Pastişler; Kemal da ödese, Ahmet de ödese, bunun “rüşvet olduğunu” nereden bileceklerdi?
Arkasından, polis biraz daha “ödeme fişleri”ni kurcalamaya devam edince, bir de ne görsün?
3 Mart 2023’te Turgay Avcı’ya 5000 Amerikan Doları ödeme yapılmış…
Tam dört gün sonra, bir 5000 Amerikan Doları daha…
7 Mart günü ise 4000 ABD Doları da başka birilerine ödenmiş ve evrakta “Hasgü” yazıyormuş…
Evraklar üzerinde ödeme gerekçesi olarak “Tıp Fakültesi” yazıyormuş…
Bu sözüm ona üniversitenin de, Tıp Fakültesi açmak için acelesi varmış…
Bu “ödemeler”den sonra, 13 Mart günü YÖDAK “açma izni”ni vermiş…
Böylece, “sahte diploma” diye yola çıkan polis, rüşvet aldıkları iddiasıyla “kanlı bıçaklı” olan Avcı ile Hasgüler’i tutuklamış…
Bu iki YÖDAK profesörü “irtikâp”la suçlanıyor…
Yani; kamu görevlisi olarak, görevlerinin sağladığı nüfuzu kötüye kullanmışlar, kendilerine ya da bir başkasına yarar sağlamışlardır.
Doğru mu, yanlış mı?
Bu işlere “tevessül” eden kim?
Onu elbette mahkeme çözecek.
Ancak; Polis de, Savcılık da birilerinin buna “tevessül” ettiğine inanıyor. “Yüklü miktarda ödeme” yapıldığına ilişkin hem evrak var, hem de ifade deniliyor…
Aslında bu “okul”un yöneticileri, “sahte diploma” skandalının ardından, YÖDAK Başkanı’nı ziyaret etmiş ve “Bu süreçte, YÖDAK’ın en büyük takipçi, denetçi ve yol gösterici olmaya devam edeceği” açıklanmıştı.
Yani; “üniversite” ile YÖDAK arasında herşey “tatlıya” bağlanmıştı ki, “dolarlar” havada uçuştu…
Bu; kabul edilmez bir “kirlenmeyi” işaret ediyor. Hatta Ankara’dan “uzanan” ellerden söz ediliyor. KKTC’nin “kurumları” bir bir yere seriliyor, itibarları katlediliyor.
Bizdeki rejimin “üstünü kapatmakta” usta olduğu işler bunlar…
Ancak bu kez “evdeki hesap çarşıya uymadı” galiba…
Kökü dışarıda bir “proje”nin anaforunda sürükleniyoruz gibi… Mutlaka vardır bir “bit yeniği”
Ali Kişmir’in, yazı yazarak “askerin manevi şahsiyetini tahkir ve tezyif ettiği” için 10 yıla kadar hapsinin istendiği bir ortamda, “eşit ve egemen devlet”in de, “kurumlarının” da “manevi şahsiyeti”nin ırzına geçenler, yalnızca basit bir “irtikap” suçlamasıyla yırtar mı dersiniz?
Bunu da “Eşit ve egemen” zırvalığını savunanlar düşünsün…