Geçtiğimiz günkü yazının devamı niteliğindeki yazıya sonlandırdığımız cümleyle başlayalım.
 
Kıbrıs sorununa çözüm arayışında içinden geçtiğimiz süreç tüm seçeneklerin denendiğinin altını çizerek, ‘’anlaşmamaya anlaşmış olmanın anlaşmasına’’ iki tarafın da ikna olma sürecidir.
 
Bundan sonraki aşamada bulunacak olası çözüm ‘’Nasreddin Hocanın kasabanın merkezinde satılığa çıkardığı evinin satış sonrası gerekli gördüğü durumda evin iç duvarındaki çivinin kullanım hakkını saklı tutması’’ hikâyesine benzeyen bir çözüm olacaktır.
 
Zoraki sebeplerden dolayı sonunda pazara yakın olan evini satmak zorunda kalan hocanın evin kullanımını evin içindeki kalın bir çivi aracılığıyla devam ettirme isteği ile ilgili bulduğu çözüm bizi Kıbrıs’ta denenmiş ve uygulayan açısından olumlu sonuç vermiş diğer bir yönteme yönlendiriyor.
 
****
 
Eğitim kitabındaki sıralamada en başta yer alan, bir yerde en kolay, en enteresan ve en beklenmedik ihtilaf çözme yöntemdir taraflardan birinin ‘’teslim olması’’.
 
Ama ‘’mahsustan.’’
 
Mahsustan, çünkü karşı tarafa onun kazandığını hissettirmek lazım.
 
Evet, ihtilaf taraflardan birinin teslim olması ile sonlanabilir.
 
Teslim olan için kötü bir sonuç gibi gözükse de toplamda daha da büyük bir felaketi önlemek, ana çıkarı korumak veya bambaşka konularda yeni kazanımlar elde etmek adına yapıldığında olmayacak iş değildir.
 
Adada daha önce denenmiş bir yöntemdir.
 
Uygulayan açısından başarılı da olmuştur.
 
İngiliz altmış yıl önce ‘’alın adanın yönetimini, verin deniz kenarından iki tane üs’’ dedi. Süveyş kanalından yeni kovulmuş, adada da soğuk savaş şartlarına uygun olarak ABD’nin güdümünde Gladio’nun örgütlediği terörle karşı karşıya kaldı.
 
Adanın tümünün ‘’yönetimini’’ verdi vereli adanın tümünü yönetebilen oldu mu?
 
Alın bağımsızlığınızı dediği günden beri her iki kesim daha da bağımlı olmadı mı?
 
Adanın bugün bir NATO ülkesinden farkı yok, sundukları ile fazlası var.
 
İngiliz ‘’verdiği özyönetim ve bağımsızlık’’ karşılığında aldığı üsleri istediği gibi kullanıyor. Her iki kesimde de özgür bir şekilde yanan mangalın dumanından kafasını kaldırıp üsleri sorgulamak mümkün olmuş mudur?
 
Çözüm için mahsustan olsa da teslim olmak, ya da diplomatik dille ikna olup daha önceki olmazsa olmaz denilenlerin bir kısmından taviz vermek, olasılığı düşük gibi gözükse de bizim değil ama İngiliz’in adamızda başarıyla uyguladığı bir yöntemdir.
 
****
 
Gelelim başarının resmi diye verilen eğitimde teşvik edilen ‘’birlikte çözüm arayışının’’ klinik seyrine.
 
Kitaba göre geçmişe dayalı ya da müzakere sırasındaki karşılıklı negatif enerjiden beslenen duygusallığı bir kenara bırakmakla başla diyor. İhtilafı gerçekten çözmek istiyorsan duygusal yükü (‘’emotional baggage’’) sırtında rahat taşıyabilecek kişiyi görevlendir diyor.
 
Birlikte çözüm arayışında sen ne kazanacağına odaklanırsın, karşı taraf da kendi kazanacağına odaklanır.
 
Karşılıklı olarak bunu maksimize etmektir amaç. 
 
Birlikte çözüm arayışı gerçek bir olgunluğa geldiği düşünüldüğünde de al-ver için müzakere veya pazarlığa geçilmesi beklenir.
 
Müzakere etmek ile pazarlık etmek arasında fark vardır.
 
Pazarlık bir veya iki unsur üzerinden yapılır.
 
İhtilafın en önemli noktası belirlenir ve ortak nokta arayışı başlar.
 
Taraflar 60 yıla yakın sürede birçok konuda o kadar farklı pozisyonları ortaya koydular ki, bunu iki liderin bir iki unsura indirgemesi mümkün değildir.
 
Müzakerede amaç bu unsurların sayısını mümkün olduğunca artırmaktır.
 
Bir şey alabilmek için bir şey vermek lazım mantığı üzerine kurulmuştur müzakere etmek.
 
Bunun için belirlenecek olan müzakere unsurları çok önemlidir.
 
Eğer ihtilaf masada konuşulduğu şekildeyse, bu yöntemle çözüm bulmak mümkündür. Ama değilse, başka bir sebebi veya amacı varsa, boşuna zaman harcamaktır bu yöntemle çözüm aramak.
 
Bir taraf konuyu çoğunluk-azınlık diğer taraf da eşitlik olarak içselleştirip masada bunu tescil etmek için oturuyorlarsa ortaya bizdeki 50 yıllık birikimin görüntüsü çıkar. Ayni kafayla devam et, ‘’birlikte çözüm arayışı’’ olur 100 yıl.
 
Soruna çoğunluk-azınlık olarak bakan taraf müzakere masasında bunu söyleyemeyip yine de buna ulaşmak için müzakere ediyorsa karşı taraf olarak ne kadar taviz verirsen ver bu yöntemle sonuç almak mümkün değildir.
 
Niye mi?
 
Birlikte çözüm eşitler arasında yapılabilir çünkü.
 
Birlikte çözüm arayışının başarıya ulaşmasının püf noktası budur.
 
Bir taraf devleti hiçbir şekilde paylaşmak istemiyor, diğer taraf da bunu naif bir şekilde görmezden gelir, hala daha eşit olarak paylaşımın peşindeyse bir yere varamazsın.
 
Ama bir taraf devleti paylaşmakla sonuçlanacak müzakereleri uzatıp, ‘’ilgilenmiyorum gidiyorum’’ yöntemi ile karşı karşıya kalmadan olabildiğince toprak tavizi elde etmek, garantilerden kurtulmak ya da sulandırmak istiyor, diğer taraf da ayrı devlet karşılığında toprak vermeyi ve garantörlüğü yalnızca kendi devletiyle sınırlamayı sonunda kabul edebilecekse çözüm olabilir.
 
Ama bu noktaya gelebilmek için iki toplum liderinin aracılara gerek kalmadan karşılıklı güveni duyması şarttır.
 
Bu yazının konusu değil ama sosyal içerikle diye lanse edilen Anastasiades-Özersay akşam yemeği bundan dolayı sembolik de olsa çok önemliydi.
 
Bilineni yazdık ama birlikte çözüm bulamamanın ihtilaf çözme literatürüne girmiş en sık rastlanan klinik sebebini de bu kadar senedir birlikte çözüm arayışında olanlar olarak bilmekte fayda var.
 
Her hayal kırıklığı yaşandığında kendi içimizde birbirimize düştüğümüzde en azından sebebini bilelim.
 
Zamansız ısı artışı ile boşu boşuna gaza gelip çiçek açan sonra da gelen don ile hayal kırıklığı yaşayan erik ağaçları gibi olmayalım.