Türkiye ile ilişkimizi iktidar ve etrafında çöreklenenlerin maddi çıkar beklentisi üzerinden eleştirmek eksik bir okuma olur.
Mevzu siyasete ve bürokrasiye etki edip devlet eliyle nemalanma derdinde olanların sebep oldukları maddi ve manevi tahribat ile sınırlı değildir.
Uluslararası hukukun dışında olan statümüzü kullanarak karanlık işlere zemin oluşturmak adına siyaset ve bürokrasi üzerinden köprü görevi gördürmek ile de sınırlı değildir.
Siyasi müdahale yoluyla uzun yıllardır şahit olduklarımız derinlerde kökleri olan bir endişeye ve hazımsızlığa da dayanmaktadır.
Başka bir tarif ile de bu hazımsızlığın öznesinde bizi biz yapan değerlerin Türkiye’nin stratejik hedeflerine zarar verebileceği ile ilgili bize göre yersiz ama bizim ile ilgili siyasete yansıyan bir endişe vardır.
Bazılarının sandığının aksine Türkiye’de şu andaki iktidarın değişmesiyle de ortadan kalkmayacak “derin” bir boyutu vardır bu paranoyanın.
Bizi en iyi anladığını düşündüğümüz rahmetli Ecevit bile siyasetçi kimliği ile adada Kıbrıs Türkü olmasa da Kıbrıs’ın Türkiye için olan önemine atıfta bulunarak o kendine has kibar üslubu ile soydaş gerçeğinin ötesine geçerek derinlerdeki hakikati anlatmıştır.
Ne yapılabilir diye düşündürtmek için yakın geçmişteki iki siyasi gelişmeyi öncesinde ve sonrasında sebep oldukları siyasi oluşumlar ile irdelemek lazım.
Bunlardan biri 20 yıl önceki Annan planı döneminde oluşan siyasi ittifaktır. O günkü “ittifakın” oluşumundaki mühendisliğe dikkat çekmek ve siyasetin nasıl farklılıkları bir kenara koyarak fark yaratabileceğine örnek olması için düşünmekte fayda var.
20 yıl önce batı dünyasının yükselen değeri milli görüş kökenli muhafazakâr demokrat AKP, sol dünya görüşlü anti-emperyalist “ille de federal çözüm” yanlısı CTP ile aynı cephede saf tutabilmişti. Emperyalist Batı da bu ikili ile eşgüdüm içinde hareket ederek bir nevi “benzemezler” ittifakını oluşturmuştu.
Ortak engel T.C devletinin kuruluş ayarlarının, kraldan kralcı uygulamaları ile savunucusu olan vesayet rejiminin ordu, siyaset ve bürokrasiden ekarte edilmesiydi.
Nihai siyasi amaç farklı ama ekarte edilmesi gereken engel ortaktı. Benzemezler ittifakını bir araya getiren, engel ve o engeli aşma aracındaki ortaklıktı.
O günün koşullarında en uygun araç da Annan planına evet denmesiydi.
20 yıl önce Kıbrıs Türkünün Denktaş’a rağmen Annan planına evet demiş olması bugün T.C devletinin Kıbrıs siyasetini ipotek altına alanlar nezdinde “güvensizliğin” tohumu oldu. “AB üst kimliğinin”, “Kıbrıslılık üst kimliğinden” çok daha etkin ve yaygın bir çekim gücü yarattığı görüldü. Denktaş’ı bile dinlemeyen gün gelir Türkiye’yi mi dinler düşüncesi farklı bir şekilde ortaya çıkmış oldu.
O tohum ağaç oldu. O ağacın parti kurultayına hoyratça dalıp genel başkan ve bakan azleden ve atayan dalları var.
Kıbrıs Türk’ünün parçalanmaya, birbirinin kuyusunu kazmaya ve yozlaşmaya meyilli olması da bu ağacın dallarının uzamasının “libazması” oldu. Bu toplumsal zafiyet bizi biz yapan değerlerimiz ve demografimizdeki olumsuz değişimin önüne geçilememesinin en büyük sebebidir.
Ortaya çıkan bu görüntünün oluşumunda hala daha sessiz durmayı tercih edenler var. Kendi zenginleşmelerini parçası oldukları toplumun yok oluyor olmasına sessiz kalarak tercih ediyorlar.
Acı gerçek budur.
Bu kesimin satır aralarında söylediklerine yine de iyi niyetle kulak verirseniz siyasi tercihlerini değiştirmek için çıkış yolu göremediklerini söylüyorlar.
Geriye dönüp irdelenmesi gereken diğer bir örnek de Türkiye’de 1994 İstanbul yerel seçimlerindeki laiklik hassasiyeti olan kesimin bölünmüş olmasının tetiklediği ile Türkiye’deki muhalefetin 30 yıl sonra geldiği noktadır. 94’te asgari müşterekler üzerinden kurulan bugünkü siyasi ittifak anlayışı olsaydı Türkiye’deki bugünkü siyasi tablo ortaya çıkar mıydı?
Bizi ayrıştıran değil ortak paydayı oluşturan unsurlar üzerinden yeni bir siyasi oluşumu inşa etmeyi daha da ertelemeyelim. Başka çıkış yolu da yoktur. Bizim 30 yıl bekleyecek zamanımız da yoktur.
Çıkış yolu “AB üst kimliği” ile rahatlıkla örtüştürülecek bizi biz yapan değerlerimiz üzerinden yeni bir siyaset anlayışıdır. Başka bir yazının konusudur ama federal çözüm ya da iki devletli çözüm değil ara çözümün ve ekonomik ortak kazanımların beylik laflarla değil barış dili ile savunulmasıdır. Bugünkü siyasi duruşları ile birbirine rakip ama aynı ortak kaygıları paylaşan ve şu an çıkış yolu göremeyen “benzemezlerin” oluşturacağı yeni bir siyasi ittifaktır.
25 Aralık yerel seçim sonuçlarını yalnızca yeni siyasete olan ihtiyacı bilinçli bir farkındalık yaratarak gündeme taşıması açısından önemsiyorum.