Bir dağ köyünde geçti çocukluğum…
23 Nisan, en mutlu günümüzdü…
“Bayram”ların en güzeliydi “çocuk bayramı”
Günlerce, haftalarca “23 Nisan”a çalışırdık…
Her yıl, yeni müzikler eşliğinde yeni danslar öğrenirdik…
Öğretmenimiz “eşleştirirken” bizi, kalbimiz küt küt atardı…
İlk kez bir kızın elini tutardık…
Papyon taktığımızda, kendimizi çok “yakışıklı” hissederdik…
Tozun toprağın içinde terlerken, yüzümüz hep gülerdi…
Sınıf içindeki “tekdüze” sıkıcılıktan bizi kurtaran “provalar”a bayılırdık…
Anne ve babalarımız “siyah beyaz” 23 Nisan fotoğraflarımızı albümlere özenle yerleştirirdi…
Yıllar sonra, bir ilkokul öğretmeni olarak Yeşilırmak köyüne “aniden” nakil alınca, 23 Nisan’ı örgütlemek müthiş bir mesleki keyif vermişti bana…
Toprak bir alanı, süratle “tören alanı”na dönüştürmüş, hatta “tribün” bile yapmıştık…
Aileler gelip çocuklarını dans ederken, şarkı söylerken, becerilerini sergilerken alkışladıklarında, beni de bir çocuk sevinci sarardı…
Daha sonraki yıllarda; Pergama’da, Alayköy’de, Göçmenköy’de, Kırnı’da bu “çocuk sevinci”ni doyasıya tattım ben…
1970’li yılların başında “Afacan” adında bir çocuk dergisi yayımlamaya başlamıştım.
Adanın tüm okullarına giden bu dergiye yüzlerce mektup geliyordu çocuklardan…
70’li yılların sonunda, Pergama’da öğretmen iken, bölgedeki 11 ilkokulun katılımı ile Akdoğan stadyumunda “Çocuk Şenliği” düzenlemiştik…
Bir ilkti… Müthiş bir organizasyondu…
Daha sonraları, Kıbrıs Postası ve Bozkurt gazetelerinde “Çocuk Sayfası” hazırlamaya başlamıştım. Tüm okullara yönelik yarışmalar düzenliyorduk. Çocukların yoğun katılımı ve yaşadıkları müthiş heyecan bizi de o çocuk sevincinin sarmalına alıyordu…
“Öğretmenlik” böyle birşeydi…
Geçtiğimiz günlerde, torunlarımı CBSO Konseri’nde izlerken, TED Koleji’nde, “resmi geçit”te okul bandosunun müziğine dalıp giderken, tüm bunları düşünmekten kendimi alıkoyamadım…
“23 Nisan”ın geldiği noktaya, acı içinde odaklandım…
Belki çoğumuz farkında değil ama, “Siyasal İslam”ın toplumu zihinsel dönüşüme hazırlama projesinde “23 Nisan” da çok yara aldı…
Önce; Atatürk’ü unutturmak amacıyla, “23 Nisan”ın o görkemli kutlamaları daraltıldı…
Stadyumlardan, okul bahçelerine taşındı törenler…
Hatta, çocukların kılık kıyafetlerine müdahaleler yapıldı…
Tabii, Türkiye’de, 23 Nisan’a darbe yapılacak da, bundan bizimkiler geri mi duracaktı?
Son yıllarda, burada da giderek törenler sınırlandırıldı, saha gösterileri kaldırıldı…
Ancak bu yıl, “çorba”ya dönüştürülmüş bir başka “23 Nisan”a şahit olduk…
Odağında çocukların değil, siyasetçilerin yer aldığı törenler düzenleniyor…
Sayın Tatar, törenden törene koşuşturup kendi “egemenlik” propagandasını yapıyor…
Tıpkı Sayın Erdoğan gibi…
Çocuklara “Onlar seccadeye basıyor, biz namazlığa basmayan Cumhurbaşkanı istiyoruz” dedirten anlayışa sahip Erdoğan gibi…
Bizimki de Erdoğan’ın yolundan giderek “çocukları siyasete alet ediyor…”
Bir tek, çocuklara cebinden çıkarıp 200 TL. vermesi eksik kalıyor…
“Sulandırılan” bu törenlerde “istismar” edilen çocuk ruhuna, bu yıl bir de “askeri” boyut eklendi…
Çocuklar, üniformalı komutanlarla buluşturuldu…
Limanda demirleyen torpido ziyaretleri düzenlendi…
23 Nisan’ı “çocuk bayramı” yapan o “sivil” görüntülerin yerini “militarist” motifler aldı.
Siyasetçi, ortamı nutuklarla, propaganda ile domine etti…
Son yıllarda 23 Nisan’a uygulanan bu içerik ve “format değişikliği” tam bir zihniyet dönüşümü operasyonudur…
Buradaki “çapsız” politikacılar da, bu projenin piyonları olarak “saha”da yerlerini aldılar…
Oysa; 23 Nisan, tam bir “sivil” çocuk bayramı olmalıdır…
Bırakalım; çocuklar sınıf dışında “eğitsel” bir çabanın temel öğeleri olsunlar…
Barışın, kardeşliğin, işbirliği ve dayanışmanın keyfini çıkarsınlar…
Eğitimin yalnızca sınıf içinde ders ezberlemek olmadığını hissetsinler…
Sahalarda ter atsınlar, müzikle dansla haşır neşir olsunlar…
Gelecekte keyifle anımsayacakları bir “anlatı”ları olsun…
Daha ilkokul çağında bir şey başarmanın, bir ortak etkinlikte yer almanın tadına varsınlar…
Ama yok, hayır…
Buna da “parti politikası”nı bulaştırdılar…
Çocukların bayramını siyasetleriyle kirlettiler…
Unutmayınız ki, çocuklarımızın BM kararları ile onaylanmış hakları var…
(Çocuk Hakları Sözleşmesi-20 Kasım 1989)
12 Mart 1996’dan beri, bu hakları biz de tanıyoruz çocuklarımıza…
Ancak koskoca 23 Nisan’da bir tek politikacı, çocukların bu “hak”larından bir tek kelime bile söz etmedi…
Varsa da yoksa da “iki devlet, eşit egemenlik” propagandası…
Kimi örnek alıyorlar, kimi takip ediyorlar?
Son 15 yılda çocuk istismarında yüzde 400 artış olan bir ülkedeki rejimi…
Çocuk haklarını güvenceye alan “İstanbul Sözleşmesi”ni bir gecede yürürlükten kaldıran bir rejimi…
Bereket versin ki, ülkemizde Meral Akıncı gibiler var…
Çocuk hakları alanında müthiş bir kararlılıkla mücadele veren bir “sivil toplum” aktivisti var…
Meral Akıncı’nın geçen yıl “Çocuğum ve Ben” ile “Ailem ve Ben” kitapları yayımlandı. Mustafa Akıncı CB iken de “Haklarımı Biliyorum” kitabı tüm ilkokullara dağıtılmıştı.
Her törene maydanoz olanlara bir daha anımsatayım: Çocuk; hakları olan, yaşamdan, toplumundan ve ailesinden talepleri olan bir bireydir. Siyasetçinin oyuncağı değildir…