Adam, yolun kenarında duruyordu…
Elinde bir çanta vardı…
Arabanın sürücüsü olan yaşlı akrabam yanına yaklaştı…
-Mağusa’ya gidecekseniz götüreyim, dedi…
-Evet dedi adam, Mağusa’ya gitmek istiyorum…
Arka kapıyı açtı, koltuğa yerleşti…
Konuşmaya hiç niyetli görünmüyordu…
Az sonra, çantasını açtı, içinden küçük bir karpuz çıkardı…
Cebinden çıkardığı çakısıyla, karpuzu ortadan ikiye böldü…
Bir yarısını arabanın zeminindeki paspasın üzerine bıraktı…
Öteki yarısından, sert bir hareketle bir delim kopardı ve yemeğe başladı…
Yaşlı, gün görmüş şoför akrabam, aynadan arkadaki durumu incelerken yutkundu…
Ben arkaya dönerek, aman dedim, koltuklara karpuzun suyu akıyor…
Adam hiç oralı olmadı… Kaba ağız hareketleriyle karpuzu yemeğe devam etti…
“Ne olmuş yani… Bu araba ganimet değil mi?” diye ansızın gürledi…
Yaşlı akrabam, büyük bir nezaket içinde, hayatı boyunca gece gündüz çalışarak bu arabayı bilmem kaç yılda alabildiğini anlatmaya çalıştı.
Adam “Rumun malını almışsın, babanın hediyesi gibi sürüyorsun, bir de karpuz yeme diyorsun” diye çıkışmaz mı?
Başladık tartışmaya…
Anlat babam anlat… Adam, neredeyse arabanın “ortak malımız” olduğunu iddia edecek kadar ileri gitmeye başladı…
“Savaş yaptık, kan döktük, ne kazanmışsak hepimizin olmalı” demeye çalışıyordu…
Neyse ki Mağusa’ya varmıştık. Adamı uygun bir yerde indirdik. Karpuz kabuklarını arka koltuğun üzerinden temizledik ve yolumuza devam ettik…
Biz; Osmanlı’da “ganimet”in hak olduğunu, 2. Abdülhamit’in toplanan savaş ganimetlerinde askerin kişisel hissesini azaltınca, bunun “reform” sayıldığını, “Ulu Hakan”ın bununla övündüğünü nereden bilecektik o zamanlar…
Bereket versin ki “taşınır ganimet”leri yıllar içinde erittik…
Mağusa limanında, ithalatı yeni yapılmış “gıcır gıcır” arabaları eşe dosta “uzun süreli taksitlerle” dağıttık…
1970’li yıllar boyunca, Lefkoşa sokaklarında ayrıcalıklı “kamu görevlileri”nin yepyeni ganimet arabalarla işe gidip gelmeleri müthiş bir “zenginleşme” görüntüsü veriyordu…
Bir de Rum dükkânlarından toplanan “taşınır ganimetler” vardı…
Beyaz eşya, koltuk takımları, ev eşyaları, porselenin envayisi…
Onları da “Maliye”mizin açtığı “tanzim satış mağazası” türü yerlerde teşhir ediyor ve satıyorlardı…
Sudan ucuz mallardı bunlar…
O günleri anımsayanlar bilirler… Girne’de bir “Maliye ambarı”nda teşhir edilen yeşil renkli bir buzdolabı vardı…
Üzerinde de “ayrılmıştır” yazıyordu…
Bir Bakan Bey’e ayrılmıştı yeşil renkli buzdolabı…
Bütün toplum, keyifle, bu malları aldık, yıllarca kullandık…
Nasıl olmasa, Osmanlı’nın “torunlarıydık” ve “ganimet” mübahtı…
Oysa Rumlar mallarını kullanmamıza “hırsızlık” olarak bakıyordu…
Onlara göre bizler birer “hırsız”dık…
Haşa… Haşa tabii ki…
Hatta sümme haşa…
Ganimet “taşınır”ları eritmek hiç de kolay olmadı… Çok yıllarımızı aldı…
Bereket versin ki, bu malların denizaşırı meraklıları vardı…
Onlar da imdadımızı yetişti…
Beraberce yedik, beraberce tükettik…
O yılların bütçeleri “ganimet”ten besleniyordu…
1974 sonrası bazı yıllarda “ganimet” satışlarından ötürü bütçe artı veriyordu…
Ne zamana kadar?
“taşınır ganimet”ler tükenene kadar…
En zoru da, kurulu fabrikaları yerinden sökmekti…
Uzmanlık istiyordu… Bizim hiç fabrikamız olmamıştı ki, kurulumunu ya da sökülmesini bilelim…
Elimizden gelmese de “teknik yardım” aldık, onu da başardık…
Kimisini “hurda demir” hesabına sattık, kimisi gittiği yerde birilerinin “ekmek teknesi” oldu…
“Taşınır ganimet” devri bitince, sıra “taşınmaz ganimet”lere geldi…
Yasalar çıkardık, eşdeğer puan sistemleri, T cetvelleri icat ettik…
Onlar da yetmeyince “mücahit puanı” gibi dev projeler yaptık…
“Ne gelmen sana da vereyim bir arsacık” diyen siyasetçiler, hep seçim kazandı…
Tam yarım asırdır dağıtıyoruz…
Bitmiyor, tükenmiyor; yeni siyasetçiler geldiğinde de bu yoldan gitmekten asla çekinmiyor…
“Kırsal kesim arsası” diye bir icadımız daha var…
Eskiden “hibe”ydi, sonra parsel parsel dövizle satmaya başladı “devletimiz” bu taşınmaz ganimetleri…
Gele gele bugünlere geldik…
Şimdi artık Beşparmaklar’ı satmak zamanı…
Taş ocaklarımız harıl harıl çalışıyor…
Çıkardıkları her bir taşı ezip torbalıyor ve satıyor…
Hem de kime, biliyor musunuz?
Rumlara…
Yeşil Hat Tüzüğü’nde Rum tarafına en çok satışı yapılan mallar içindedir Beşparmaklar’ın tozu toprağı…
Onlar da alıştı, bir zamanlar kendilerinin olan dağların taşını toprağını, çekinmeden yeniden satın alıyorlar…
Yıllarca, kiliselerden sökülüp yurt dışına kaçırılan, ünlü müzelere satılan ikonları, freskleri, mozaikleri milyonlarca dolar ödeyerek satın aldıkları gibi…
“Hırsızlık mal” diyorlar ama “hırsızlık mal”ı çatır çatır ödeyerek bizden yeniden satın alıyorlar…
Ve sonuç: İnsanın bastığı toprak, orman, dağ ganimet olunca “hoyratça” davranıyor doğaya…
Dağını kemiriyor, toprağı betonla dolduruyor, tarlaları, yolları binlerce hurca araçla kirletiyor…
Kimsenin de kılı kıpırdamıyor…
İşte 50. temmuzda biz böyleyiz…