Ankara; “tek adam” döneminin başına kadar, Kıbrıs’a ilişkin politikalarında “buyurgan” bir dil kullanmamaya özen gösterirdi…
Burada yaptırmak istediklerini “tatlı sert” bir gizlilik içinde, kırmadan dökmeden yaptırmayı tercih ederdi…
Yollar, köprüler, dev binalar, kalıcı eserler için para harcadığında, bunu “gözlerimizin içine soka soka” tüm dünyaya ilan etmezdi…
Maliye’ye kaç para gönderildi? Maaşlar ödenecek mi? Protokol imzalandı mı? Bunların hiçbiri medyada “haber” değeri taşımazdı…
Genellikle; TC’li siyasetçiler, Kıbrıs’ın “kuzeyi”nin Türkiye’nin dünyaya açılan “vitrin”i olduğuna inanırlardı…
Bu “vitrin”in kırılması halinde, Türkiye’nin dünyadaki itibarının zedeleneceği, herkesçe kabul edilirdi…
Türkiye’nin Kıbrıs’ta “işgalci” olarak görünmemesi için, büyük hassasiyet gösterilirdi…
Hatta Rum göstericiler sınırlarda eylemler düzenlediğinde, “Süngü takmış işgal askeri” haberleri dünya basınında yer alınca, Türk askerleri geri çekilmiş, sınır boylarına “Kıbrıslı Türk” güvenlik güçleri yerleştirilmişti.
Öylesine bir “hassasiyet” vardı Türk hükümetlerinde…
“Vitrin” içinde, tüm dünyaya göstermelik de olsa bir “demokratik yaşam” sergileniyordu…
Yoksa bu “vitrin” zorunluğu olmasa; Kıbrıslı Türkler, hiçbir zahmete katlanmadan, hiçbir ciddi mücadele vermeksizin “çok partili hayata” nasıl geçebileceklerdi?
Kırk bin askerin gölgesinde, sivil siyaset kurumlarıyla ülke yönetmek nasıl mümkün olacaktı?
Bir başka gelenek daha vardı… Ankara, “tek adam” yönetimine kadar, Kıbrıslı Türkleri, hep Kıbrıslı Rumlarla kıyaslardı…
Ekonomik düzeyin, milli gelirin, kalkınmanın “kriteri” Kıbrıs Rum tarafının sahip olduğu düzeydi. Hedef; onlardan geri kalmamaktı…
AKP iktidara geldiğinde, uzun yıllar bu “politikaya” dokunmadı. Hatta kendisinden önceki hükümetlerden, çok daha “bonkör” davrandı… Hem alt yapı yatırımlarına, hem cari bütçeye “cömertçe” kaynak sağlamayı sürdürdü.
Ancak; dış politikasında sertleşme ve meydan okuma dönemi başlayınca, başta Çavuşoğlu olmak üzere yeni “Alaturka” siyasetin şahinleri; dünyayı, BM’yi, AB’yi es geçen politikalarıyla “vitrin”i paramparça ettiler…
Kıbrıs’ın kuzeyinde dünyanın ilgisini çeken “modern, çağdaş, demokratik bir toplum” yerine, bir “ümmet toplumu” görüntüsü vermemiz onları hiç rahatsız etmedi.
Kıbrıslı Türkler’in ulaşması gereken “refah düzeyi”nin yönünü ise Anadolu’ya çevirdiler…
“Bizde ne varsa, sizde de o olacaktır” demeye başladılar…
Bu noktaya gelmeden önce ise, koskoca CB; medyanın önünde KKTC Başbakanı’na “Senin maaşın kaç?” diye sorduğu günleri yaşadık…
O saygılı Kıbrıslı Türk siyasetçinin o an ne kadar “incindiğini” ancak bir ülkede “azınlık” olarak yaşayanlar duyumsayabilir…
Aynı CB bununla da yetinmemiş, Kıbrıslı Türkler için “Onlar bizim beslememiz” demişti…
AKP’nin ve liderinin bu yeni “kriter”leri yıllardır Ankara’nın yürüttüğü “Rum tarafının seviyesini yakalamak” hedefini rafa kaldırdı.
Yeni AKP politikaları dünyanın; bu toprakları TC’nin “işgali altındaki alt yönetimi” olarak görmesini sağladı.
Örneğin, AB’nin Kıbrıslı Türkler’i “AB’ye yakınlaştırma” programları artık uygulanamıyor. Çok daha fazla olması gereken mali yardımlardan Kıbrıslı Türkler yeterince yararlanamıyor.
Bunun da nedeni; Türkiye dışişlerinin, Tatar ile birlikte AB’ye yönelik “düşmanca” söylemlerinin yarattığı olumsuz ortamdır.
AKP, Ekim 20’deki “Akıncı darbesi”nin ardından Kıbrıs’ta siyaseti tamamen kontrolüne geçirdikten sonra, burada üç büyük “inadını” adım adım gerçekleştirmeyi kafasına taktı…
1) Adalet Bakanlığı inadı… Erdoğan Yönetimi, burada tüm yargıyı kontrol altına alacak “Adalet Bakanlığı” kurulmasını adım adım ilerletiyor. Hatta TC Lefkoşa Büyükelçiliği’ne yeni atanan “Adalet Müşaviri” hukuk çevrelerinde çalışmalara başladı bile…
2) Külliye inşaatı inadı… Erdoğan Yönetimi, Lefkoşa’nın en güzel yeşil alanı içine karşılıklı Meclis ve CB sarayı inşası için kolları sıvadı. Birçok alt yapı projesi iptal edilerek 586 milyon TL. kaynak yaratıldı.
3) İlahiyat Koleji inadı… KKTC’de İlahiyat Koleji tutar mı? Laikliğe bu kadar önem verilen bir ülkede böyle bir okul yaşar mı? diyorduk ama yanılmışız… Okulun resmi videosunda çocuklar, öğretmenler, din ve Tanrı konularında Arapça mesajlar veriyor, KKTC Anayasası’na, “Eğitim Temel Yasası”na karşı adeta meydan okuyorlar. Öyle anlaşılıyor ki, AKP’nin “Arabizasyon” politikaları, sonunda buralarda zemin bulmayı başardı. Oysa Araplar, hiçbir zaman Kıbrıslı Türkleri sevmedi. Direniş yıllarında en küçük bir katkıları olmadı. Rauf Denktaş; “Bizim Araplarla çoraplarla işimiz yoktur” demekteydi.
Geldiğimiz noktada; KKTC’nin “vitrin”i artık Ankara’nın umurunda değil… Külliye inşaatı, yürütme ve yasamanın “birlikteliğini” sembolize edecek biçimde yapılandırıldı. Belli ki “başkanlık sistemi”nin taşları örülüyor. Böylesine bir “psikolojik görüntü” veriyor… Adeta b irilerinin “Oturduğun koltuğu sana biz verdik” diyebilmesi için planlanmış… Nitekim bu sözler, inşaatı yaptıran CB tarafından daha önceki lidere söylenmişti.
Öte yandan İlahiyat’la Araplaştırma epeyi bir yol almış görünüyor. Adalet Bakanlığı’nın da eli kulağında…
İşte bu ortamda 23 Ocak’ta seçimler olacak… Bu “heyula” projelerin ve niyetlerle inatların karşısında bu küçücük toplumun hangi siyasal gücü durabilecek?