10 Kasım günü Atatürk’ün ölüm yıldönümü olarak tarihe geçti. Ulu Önder Ata genç denecek kadar erken göçtü bu dünyadan. O’nun ilkeleri bir kutsal kitap gibi bütün Türk’ün kalbine kazındı.
Her 10 Kasım geldiğinde Ankara’da Anıtkabir’e akın eden bir millet, gerçekten Atatürk sevdalısı olduğunu gösterir. İnsanlar oluk oluk akarlar Anıtkabir’e. Sanki bu tarihte Ata’sını ziyaret etmeyen veya edemeyen insanda bir eksiklik kalıyor.
Anıtkabir’i ziyaret eden insanlarda bir de milleti Ata’ya şikayet etme dürtüsü vardır sanki. 29 Ekim 2023’te Türkiye Cumhuriyetin yüz yılını geride bıraktık. Bu geçen yüzyılda neler neler olmadı ki...
Savaşlar bitti ama iç kavgalarımız bitmedi. Özellikle zaman zaman ülkede yapılan darbeler ve cepheleşmeler, şunu dedirtiyor sanki insanlara Atatürk’ün ağzıyla:
“Ben size böyle olasınız diye kurtarmadım bu vatanı.”
Şayet Atatürk hayatta olsaydı, onu yine büyük bir aşkla sevecekler miydi? Yoksa “Vatanı kurtarmak başka, vatanı idare etmek başka” mı diyeceklerdi onun için. İnsanoğlu nankördür. Kendisine bir vatan armağan eden Atasını bile eleştirirdi belki de.
İşin siyasi yönü bir tarafa, sadece 6 Şubat Hatay depremini gözlerimizin önüne getirdiğimizde, toplumun nasıl yozlaştığı, binlerce müteahhidin nasıl hırsız konumuna düştüğü ve yıkıntılar altından nasıl cesetler arandığı hususu yaşanan bir şey.
Türk insanı Atatürk’le gurur duyuyor ve şikayetlerini de Anıtkabir’deki yüksek duvarlara yapıyor.
Filmi geri saracak olursak, pek çok dramatik unsurlar gelir gözlerimizin önüne.
O filmde ne bir eksik, ne bir fazla herşey vardır. Kendi Başbakanını ve Dışişleri Bakanını asan bir millet konumuna düşen Türk insanı, bu siyasi hatayı nasıl telafi etmiş?
İade-i itibar gerçekleşse de o leke yine kalıyor maaleself tarih sayfalarının arasında.
Öyle bir imkan olsa ve o filmi başa saraarken, Türk insanının vatan kurtarmak için ölümüne cephede savaşmasını görebilsek ve Büyük Ata’nın fikirlerini algılayabilsek, gerçekten bu millet o günkü millet midir diye kendimize sorarız.
Bütün dünyada çekilen acılar da sorgulanması gereken hususlardır.
Birinci ve İkinci Dünya savaşları, coğrafyanın bölünmesi, ideolojiler ve özgür vatan ikileminde arkasından hançerlenen Türk milleti, terörizmin daniskasını yaşadı. Ve hala terör bitmedi.
Atatürk’ün yarattığı bir Cumhuriyet, laik bir milletti. Lakin hala sorgulama devam ediyor, laiklikle ilgili olarak. Atatürk, “Devletle din işlerini birbirine karıştırmayın” derken, kafasında beliren çağdaş Türkiye’yi düşünmüştür.
Zaman zaman Türkiye Büyük Millet Meclisinde yumruk yumruğa yaşanan arbedeleri de unutmayalım.
Zıt fikirli parlamenterlerin yumrukları havada uçuşurken, eminim Atatürk’ün ruhu rahatsız olmaktadır.
Sokak ortasında iki kişinin geçit verme konusunda tartışmaları ve o tartışmanın ölümle bitmesi de onun ruhunu rahatsız ediyor bence.
Ya çocuk gelinler...
Özellikle kırsal yörede meydana gelen küçücük kız çocuklarının büyük paralar karşılığında dedesi yaşındaki erkeklere kuma olarak verilmesi, bir milletin en büyük utancıdır.
Atatürk modern bir devlet olmamız için bu duruma da açıklık getirmiş ve eşlerin resmi nikahla yuva kurmalarını zapt-ı rapt altına almış ama millet herşeyi kendine göre yontmuş ve imam nikahı ile işi halletmiş.
İnsana huzur veren en önemli şey, genç nesillerin Atatürk aşkı ile büyümeleri ve gelişmeleridir.
Anıtkabir’i ziyaret eden yüzbinlerce gencin yüreklerinde Atatürk’e olan o büyük sevgisinden ve saygısındandır. Yani Atatürk sevdalısı bir millet ve o milletin çocukları....