Kim ne derse desin; Türkiye’yi yönetenlerin, işbaşındaki hükümetle protokol imzalamayı “sallaması” yalnızca “teknik nedenlerle” izah edilecek aşamayı çoktan geçti.
Başbakan; bu konuda ne kadar “iyi niyetli” gerekçeler sunarsa sunsun, ne kadar “yumuşacık” yorumlar yaparsa yapsın, bu işte bir “bit yeniği” bulunma olasılığı, her geçen gün biraz daha “kuşku” üretiyor… 
Abartmadan; ama görmezden de gelmeden, bu “limit üstü” gecikmenin sorgulanması, artık kaçınılmaz oldu. 
Başbakan çıksın da, ortalığı velveleye versin, soru işaretleri yaratsın, demiyorum…
Ana muhalefet partisi başkanı zaten bunu yeterince yapıyor…
Ancak; Türkiye’yi yönetenlerin bu süreçteki “tavrı”nı, doğru analiz etmek, artık gereksinim haline dönüşmüştür.
Her şeyden önce; Türkiye, burada yaşanan mali sıkıntıyı en ince detaylarına kadar biliyor…
Geçen ağustos ayından beri, TL.’nin değer kaybının resmi bütçede yarattığı açıkları biliyor…
En temel yatırımların aksadığını, mali yükümlüklerin yerine getirilemediğini de biliyor…
Buna karşın; para akışını “protokol”a bağlaması; imzalanmadan, sanki hiçbir şey yapılamazmış gibi davranması, hiç de geçmiş “temayül”lere uymuyor…
Aradan geçen sürenin uzunluğu; “Türkiye, galiba bizimkileri birazcık süründürüyor” değerlendirmesine yol açacak “limit”lerin çok üzerine çıktı…
Herkes biliyor ki; Türkiye istese, Maliye Bakanı’nı hemen Ankara’ya çağırır, “acil” olarak hemen para akışını sağlar ve bu konuyu da bir günde gündemden düşürür…
“Kredi” mi olur, “avans” mı olur, KKTC’nin finansman ihtiyaçlarını Türkiye, yıllarca hem de “gazete haberi” olmaksızın çözmedi mi?
Özellikle AKP döneminde, buraya para akışında ciddi “sıkıntı”lar yaşandığını kimse iddia edemez. 
E, şimdi ne oldu da “para” akamıyor? 
Tansu Çiller, Mesut Yılmaz dönemlerine geri mi dönüyoruz?
“Bu ay da maaşları ödeyebileceğiz” açıklamaları acaba ne zaman “haber değeri” olmaktan çıkacak?
Başbakan; göreve geleli, iki kez TC Cumhurbaşkanı Erdoğan, birçok kez de yardımcısı Fuat Oktay ile bir araya geldi. Eminim; tüm detayları ile durum önlerindedir…
Başbakan Yardımcısı da ikide bir Ankara’ya gidiyor…
Bunca “muhabbet” belli oluyor ki Türkiye için “yeterli” değil…
Hani; TC’deki Başkanlık sistemi işleri kolaylaştıracaktı? “Kıbrıs işleri” tek elden yürütülünce herşey daha iyi olacaktı? 
Bakın; geçen gün, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın toruncuğu dedesine demiş ki; “Tenefüsler 10 dakika yetmiyor...”
Ne oldu? Anında okullardaki teneffüsler 15 dakikaya çıktı…
Sistem; seri bir şekilde çözüm üretti… 
Geçen gün; CB Akıncı, bu konuda Başbakan’dan bilgi istediğinde; “Basına söylediklerimi ona da söyledim” dedi.
Demek ki Başbakan, kendisine TC’den verilen “izahat”ı yeterli buluyor ve sabırla bekliyor…
Ancak; bizim için durum aynı değil… “Öküz altında buzağı aramak” zorundayız:..
AKP; 2002 Kasımından beri bu topraklara para akıtıyor, projeler yürütüyor… 
Belki de, KKTC’ye tarihte en “cömert” davranan hükümetler AKP hükümetleridir…
Ama tüm bunlara karşın; 15 aydan beridir; yok sistem değişikliği, yok sorumlu bakan atanmadı diyerek iş bu noktalara geldi…
Tabii ben; bu ülkenin Türkiye’den gelecek paralarla ancak var olabileceğini savunan biri değilim…
Tam tersine; 40 yıldan uzun süreden beridir; “kendi yağımızla kendi ciğerimizi” kavurabileceğimiz kaynaklara sahip olduğumuzu savunuyorum…
Son 15 aylık dönemde “Maliye”nin bulup buluşturup maaş ödemesini de, ciddi bir başarı olarak görüyorum…
Yerel bütçemizin yüzde 92’lerde (Tabii son krizden önce) yerel gelirlerimizle karşılanması hiç de küçümsenemez.
Bankacılık sisteminin yarattığı vergi gelirleri, Ercan’ın altın yumurtlayan tavuk gibi her üç ayda para basması, mobil sistemlerine ödediğimiz paralardan devletin sağladığı ek vergiler; bunların tümü bir araya gelince hükümet, nisana gelip dayandı…
Nisan sonu, reel sektör kuruluşlarının vergi ödemeleri başlayacak. Devletin kasasına taze para girecek. 
Bu hükümet bunlarla da bir süre daha “idare edecek…”
Ancak son 15 ayda yaşananlar; Türkiye’yi yönetenlerin niyetini “teknik nedenlerle” izah etmenin artık mümkün olmadığı gerçeğini değiştirmiyor…
Türkiye’nin “tepe”sinden, buraya doğru soğuk rüzgârların estiğini görmezden gelemeyiz.
“İşgal” tartışmaları, “suyu istemeyiz” tartışmaları, “kabloya ne gerek var” tartışmaları “hastane modeline hayır” tartışmaları, TC’nin tepesindekilerce, bir “ana” sıcaklığı ile kucaklanıyor mu sanıyoruz? 
TC’nin tepesinde oturanların buradan yükselen seslere karşı “Bişey değil, çocuktur, hata yapabilir” diye karşılandığını mı sanıyoruz?
Politik öğretileri gereği ve Kıbrıslı Türklere bakış açıları yüzünden AKP doktrininde “sıra dayağı” sistemin önemli “manivela”larından biridir…
Buraya “topluca” bakarlar ve “cezalandırma”yı da “falaka” modeliyle yaparlar…
Başbakan “Türkiye’yi canımdan çok severim” dese de, durumu kurtarması çok zordur.

"Falakacı" zihniyet; Türkiye'yi kara bulutlar gibi sarıyor...

Bu yüzden bu "tavrını" tahlil ederken, öküz altında buzağı arama hassasiyeti ile ve mercek tutarak da bakmaz lazım...

Bütün bunların “çözüm”ü elbette vardır. Kıbrıs’ın kuzeyindeki “kaynak”ları zümreciklere değil, toplumun yararına sunabilmek…