Geçen gün Tarım Bakanlığı önünde bir eylem vardı. Eylemi yapanlar, Yeşil Barış Hareketi, Çevre Platformu ve KEMA Vakfıyl dahalarıydı. Ben ona inanıyorum ki Tarım Bakanı bu zararlı böceğe karşı duyarsız kalmayacak. Zaten hangi Tarım Bakanı böyle bir durum karşısında lakayt kalabilir ki...
Eylemi yapan çevreciler ayrıca bakanlık önüne çamkesesi böceği bıraktılar.
Yıllar itibariyle bu ve buna benzer zararlı böcekler ağaçlarımıza zarar vermişlerdir. Mesela Lefke’deki hurma ağaçları da zararlı böceklerden zarar görmüş ve bölge halkı bu durumdan tedirgin olmuşlardır. Uzun zamandan beri Lefke’den ses çıkmıyor. Herhalde o zararlı böceğin önü alınmıştır diye düşünüyorum.
Bu eylenciler farkındalık yaratmak adına yaptıkları eylem, yine ülke doğasının korunmasına yöneliktir. Kimse bu ülkenin yeşilinin mahvolmasını istemez. Herhalde ilgili bakan bu duruma açıklık getirecek ve çam böceği hakkında açıklamalar yapacaktır.
Gündemde olan bu konu aynı gün veya ertesi gün sabah haberinden sonra BRT’de Aziz Karaaziz’in konuğuydu bakan Kelle.
Birşey dikkatime geldi. Bakanın yaptığı açıklamalar hayli ilginçti.
Meğer bu böcekleri yok etmenin yolunun onları tüketecek bir başka haşere imiş. Bu açıklama gerçekte doğanın yapısında olan birşey. Tıpkı iki düşmanın çarpışması gibi.
Bir zamanlar hatta şimdi bile ülkemizin yeşili için “Yeşil Ada” diyorlar. Ülkemiz gerçekten yeşil ada mı?
Bir defa yazın ormanlarda çıkan yangınlar birinci düşmanımızdır. Piknik yapanlar ateşi söndürmeden piknik alanından ayrılırlarsa yangın çıkar. Sigara izmaritleri de yangına sebebiyet verir. Kırık şişe camları, tıpkı güneş ışınlarına tuttuğumuz adeseler gibi yangını başlatırlar.
Bu durumların olmaması hepimizin gönülden istediğimiz birşeydir.
İki binli yıllarda Girne dağlarında çıkan yangını hatırlarsınız herhalde. Ağaçlar yandı, bizim içimiz kavruldu. O kadar üzülmüştük o yangına.
O yangın nasıl bir şeydi, hala anlayamıyorum. Ta Vasilya’dan başlayıp, Kantara ve ötesinde biten bir yangındı. Rüzgar da yardımcı oluyordu o yangına.
Zaten esintili havalarda yangın, alır başını gider ve itfaiye de, havadan uçakların savurduğu sular da yangını söndüremez. Söndüremez demiyelim de, zaman alıyor.
Annan Planı döneminde bir furya vardı, inşaat sektöründe. Dere yataklarına bile villalar yapmıştı bazı açıkgözler. Sonra mevsim dönünce bunun acısını selli yağmurlarda görmüştük.
Esas temas etmek istediğim o furyada çatır çatık kesilen zeytin ve harup ağaçlarıydı. Ülkenin en büyük zenginliği zeytin ve harup ağaçları. Hatta kırsal yörede ikamet eden bazı köylüler traktörlerinin arkasında çekici olduğu halde dağa çıkarlar, sonra da zeytin ağaçlarını kesip odunları çekiciye yükleyerek evlerine götürürler kışın ısınmak için.
İnşaat nedeniyle sökülen asırlık zeytin ağaçlarını alıp bazı peyzaj projelerinde yeniden ekerek estetik yaratmıştır çevre mühendisleri.
Bu durumu iki cephede savaşan askerlere benzetirim, yukarıda değindiğim gibi. Bir taraftan devlet bu olumsuzluklara yetişmeye çalışırlarken, öte taraftan bazı sorumsuz müteahhitlerle ısınmak için o güzelim ağaçları kesen köylüler arasında süren bir savaş...
Bazen da duyumlar bizi üzüyor...
Çıkan yangınları bazı küşilerin kasten çıkardıkları söyleniyor. Peki bu olumsuzluklarımıza ne zaman son vereceğiz? Tarım Bakanı bunlarla cebelleşip duruyor.
İngiliz zamanında harup ve zeytin ağaçlarına bile koçan veriliyordu. Kimin bahçesinde veya tarlasında olursa olsun, o ağaçlara koçan veriliyordu. Bu da İngilizlerin ağaçlara ne kadar duyarlı olduklarını gösteriyordu. Hatta İngiliz zamanında sivrisineklerle mücadeleye bir çare bulmak için sırf bataklık ve dere yataklarını kurutmak amacıyle dış ülkelerden okaliptüs getirmişlerdi. Geçen yüz yıl içinde okaliptüs ağaçları bayağı iş görmüş ve nesli çoğaltılmıştı. Neticede okaliptüsler bütün bataklıkları kurutmuştu.
Yine İngiliz zamanında kır bekçileri vardı. Yani bizim desteban dediğimiz görevliler.
Destebanlar o kadar geniş yetkilere sahiptiler ki, sürüsünü ormandaki ağaçlara yetiden çobanlara cezayı basarlardı. Tıpkı bir polis gibi. O cezayı yiyen çoban bir kere daha hayvanlarını zeytin veya harup ağaçları civarında otlatmazlardı sürülerini.
Genellikle destebanlar, köylüler tarafından sevilmezlerdi. Sevilirler veya sevilmezler, ama kendi işini yapan destebanlara ödül verirdi İngilizler.
Yani yaşadığımız bu coğrafyada yeşili korumak, zararlı haşerelere ve ormanları baltaları ile biçen insanlara karşı tedbir almak, hepimizin görevi olmalıdır diye düşünüyorum.
Şu çam keseböceği haşeresinin sonun ne kadar zamanda tüketileceğini beklemek de bizim hakkımız olsun yani...