Değerli okurlar,

Ülkemizin sınırlarının açılması ile birlikte bir süreden beridir yatışmış olan pandemi konusu yine gündeme geldi. Hükümet ve sivil toplum örgütleri bir atışma içerisinde birbirlerini suçlayarak toplumun da iyice gerilmesine neden oldu. Oysa böyle zor zamanlarda dayanışma ve ortak hareket hem eldeki gücün potansiyelini artırır hem de halkın sukûnetini korumasında büyük bir rol oynar.

Pandemi ne yazık ki henüz sona ermedi. Tüm dünyada COVID-19 halen can almaya devam ediyor ve daha bir süre böyle olacak. Ne yazık ki sonunu görmek gerçekten imkansız. Aşı çalışmaları pek çok ülkede son hızıyla devam etmekte. Avrupa, Kanada, Japonya ve Çin bu konuda başı çekiyorlar ancak henüz aşının da tarihi için bir kesinlik yok. Bazı insan çalışmaları başlamış olsa bile bunun etkilerini, koruyuculuğunu, yan etkilerini araştırmak ve anlamak ve piyasaya ondan sonra sürmek gerekiyor. Başarısız olursa işler sil baştan yapılacak. O nedenle aşı da henüz güvenilir bir liman olmaktan uzak görünmektedir.

Diğer taraftan, bizim ülkemiz de dahil, dünyanın pek çok ülkesinde sınırlar kapatılmış, giriş çıkışlar yasaklanmış ve toplumun korunması bu şekilde sağlanabilmiştir. ANCAK, bu uygulamanın da kendine özgü zararlı etkileri bir süre sonra kendini göstermeye başlamıştır. Hayatta kalmak elbette ki çok ama çok önemlidir fakat yaşarken yerine getirilmesi gereken sorumluluklar da, başta ekonomik alanda olmak üzere, kişilerin hayatlarını dayanılmaz hale getirmiştir.

Eğitim, sağlık, üretim büyük darbe almıştır ve almaktadır. Bir turizm ve eğitim ülkesi olan adamızda, yani hizmet sektörü ile ekonomisinin büyük bir kısmını kazanan adamızda, küçük ölçekli işletmeler ve bu işletmelerin sahipleri artık karşı karşıya kaldıkları bu ekonomik ağırlığı omuzlamakta zorlanmaktadırlar. Sokaklarda yürürken kaç tane işletmenin kapanmış olduğunu iyi gözlemlemek gerekmektedir. Kapanan her işletme, işletme sahibinin yanında işsiz kalmış çalışanları da ifade etmektedir.

Lütfen dikkat buyurunuz, daha önce de köşemden belirtmiştim (Karantina, İzolasyon ve Korunma başlıklı yazım). Pandemi karşısında Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tüm devletlerin kendi önlemlerini alması gerektiğini işin en başında söylemiştir. Bunu söylerken de "Her ülke kamu sağlığını korumak ile ekonomik ve sosyal faaliyetlere yönelik kısıtlamaları en az seviyede tutmak arasında hassas bir denge bulmalı..." şeklinde ifade etmiştir. Yani bizzat DSÖ pandemi sırasında ekonomik ve sosyal faaliyetlerin önemine atıfta bulunmuştur. Bundan dolayı hükümetlerin görevinin bir taraftan toplum sağlığını korurken diğer taraftan da ekonomik alanda dengeleri gözetmek olduğunu anlamak çok da zor değildir. Yani yaşamak için sadece hayatta kalmak yeterli olmaktan uzaktır.

Tam da bu noktada gerek Güney Kıbrıs gerekse Türkiye ve diğer ülkelere açılan kapılardan gelebilecek pozitif COVID vakaları bir anda en büyük gündem yapılmıştır ancak kimse bir şehirden başkente yürüyen, bıçağın kemiği geçtiği esnafın durumunu konuşmamıştır. Sanki COVID - 19 kapıdan girerse hepimiz ölecekmişiz gibi bir algı oluşmuştur. Bu anlayış ne bilimseldir, ne de vicdanidir.

Yapılması gerekenler akl-ı selim ile sıralanır ise şöyle olmalıdır.

1. Öncelikle bir hastane mutlaka pandemi hastanesi olarak seçilmeli ve bir an önce uygun şekilde tefriş edilmelidir.

Burhan Nalbantoğlu hastanesinin pandemi hastanesi olarak seçilmesi bence doğru değildir çünkü o andan itibaren geri kalan tüm hastalar hastalıklarını tedavi ettirebilmek için başka alternatifler bulmak zorunda kalacaklardır. Kalp krizi geçiren, kanseri olan, damarı tıkanan, mide kanaması geçiren, safra kesesi iltihaplanan... daha buraya yüzlerce acil vaka yazabilirim. Tüm bu hastalar olanakları daha kısıtlı hastanelere ya da ücret ödemek yoluyla özel statüdeki hastanelere yönlendirilmek zorunda kalacaklardır. Bu nedenle pandemi hastanesi olarak başka bir hastanenin seçilmesi bana göre uygun bir hareket olacaktır.

2. Devletin özellikle risk grubunda olan ileri yaştaki ve bilhassa genç yakınları olmayan toplum bireylerimizin çok gerekli olmadıkça evden çıkmamaları ve ihtiyaçlarının giderilmesi için birimler oluşturması ve gerekirse çağrı merkezi ile kolayca ulaşılabilir bir hizmet sunması onların daha fazla evde kalmasına yardımcı olacaktır. Bu birimler belediye bünyelerinde de oluşturulabilir.

3. Ülkeye girişlerde halen istenmekte olan test sonuçları mutlaka istenmelidir. KKTC vatandaşları ve burada çalışma izni olup Sosyal Sigortalar kurumuna ödeme yapan tüm bireylerin ikinci testleri devlet tarafından karşılanmalıdır.

4. Giriş yapan tüm KKTC vatandaşı ve çalışma izni olan bireyler test sonuçları çıkana kadar müşahade altında tutulmalıdır. Gerekirse şu anda inşaatı neredeyse bitme noktasına gelen Yeni Ercan Havalimanı binası bu gözlem işlemleri için dönüştürülebilir ve kullanılabilir diye düşünüyorum.

5. Turistik amaçlı ya da okumak...v.b. amaçlara ülkeye girecek kişilerden yapılacak testlerin ücreti talep edilmeli ve sonuçları çıkana kadar konaklamaları için gereken masraflar bu kişilerden alınmalıdır.

6. Virüsün bulaş yolu bellidir. Bu nedenle sosyal mesafeye sürekli vurgu yapılmaktadır ancak el dezenfeksiyonunun vurgulanması maalesef ikinci planda kalmaktadır. El yıkamak ve/veya uygun dezenfektan ile dezenfeksiyon yapmak sosyal mesafe kadar önemlidir. Bu anlamda tüm toplumun bilincinin artırılması ve uygulamanın yaygınlaştırılması için devletin sosyal medya da dahil olmak üzere yazılı ve görsel medyada bilgilendirici görselleri zorunlu yayın olarak devreye alınmalıdır.

Unutmayınız ki ülkeyi kapatmakla bu virüsten kurtulamyız. Bu sadece geçici bir çözümdür. Hayat devam ediyor ve tıpkı kuş gribi, domuz gribi gibi bu virüs de dünyadaki yerini alacak ve bizleri etkilemeye devam edecektir ancak eğer şu anda bu virüs ile tanışmazsak ve kendimizi bir fanus içerisinde saklarsak tedbirleri azalttığımız gün dünyanın şimdi yaşadıklarını biz o gün yaşayacağız. Demem o ki doğru tedbirleri alarak ve kontrolleri elden bırakmayarak aşı çıkana kadar toplumun bir şekilde immün hale gelmesini de göz ardı etmememiz gerekmektedir.

Panikle daha kötü oluruz, bilgiyle ve uygulamayla güçleniriz.