Dünyada 7.8 milyar insan yaşıyor…
Bu “dünya toplumu”nun içinde; biz de 350 binlik nüfusumuzla yer alıyoruz…
Yani; dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 0.005’ini oluşturuyoruz…
Bu ne demek?
Dünyada yaşayan her 22 bin 285 kişiden bir tanesi; KKTC’nin “kimliğini” taşıyor demek…
Peki dünyada Kıbrıs’ın kuzeyinde kurduğumuz “yapı”yı bir “devlet” olarak kabul eden kaç kişi var?
En iyimser tahminle; yüz binde beş kişi…
Bu devleti “tanıdığını” söyleyen TC ile ortadan karpuz gibi bölünmüş KKTC’de “Ben KKTC’yi bir devlet olarak tanıyorum” diyenlerin sayısı bile belli değil…
Yani; dünyada en iyimser tahminle 7 milyar, 700 milyon civarında kişi bize “devlet” demiyor…
Üstüne üstlük; 18 Ekim Darbesi’nden sonra Kıbrıs’ın kuzeyinde de “devlet” ortadan kayboldu, “alt yönetim” daha belirgin biçimde sırıtmaya başladı…
Saray’ı, oraya seçtirileni, mevcut “resmi” yapıyı reddedenlerin toplumdaki yoğunluğu gözle görünür biçimde arttı…
Yaşadıklarımızın hiç de “normal” olmadığını, bir siyasi çılgınlık sürecinden geçmekte olduğumuzu duyumsayan ve bundan rahatsız olan büyük bir kesim oluştu toplumda…
Sokaklarda yankılanan “gençlerin” sesi, bunu apaçık biçimde gösteriyor…    
Bereket versin ki; Darbe’den sonra iç siyasetimizde yaşananlar toplum tarafından pek “ciddiye” alınmıyor…
Ta yukarıdan aşağılara kadar sanki bir “cadı kazanı” içinde fokur fokur kaynıyoruz…
Yok seçim hükümeti…
Yok icraat hükümeti…
Yok teknotrat hükümet…
Yok Ersin Bey; falancayı yanına almış, yok 3 gün sonra aldığı adam cırlamış…
Yok Saray’da yumruklaşma olmuş, yok atamayı düşündüğü müdür, işe başlamadan çekip kaçmış…
Yok bilmem hangi partili gazeteci eşekli fotoğraf paylaşıp yaşananlardan rahatsız olduğunu söylüyormuş…
İnanın; hiçbirisiyle ilgili hiçbir “yorum” yapmaya değmez…
Zaten yurttaş yeterince dalgasını geçiyor…
Geçiyor da; o “devlet” denilen “yapı” da giderek bir partinin elinde “oyuncak” oluyor… Kaynakları partililere dağıtılıyor… Topladığı vergiler, har vurup harman savruluyor…
Kadroları “örgüt başkanlarına” peşkeş çekiliyor…
Yani; içi boşaltılmış bir “devlet”çik haline getiriliyor…
İşte; 2003’lerde “çözüm insiyatifi”ni ve iradesini dünya hukuku çerçevesinde resmileştiren, 2017’de Crans Montana’da itibarını, dünyanın gözleri önünde en yüksek noktalara taşıyan bir toplum, bugünlerde tüm “birikimini” hovardaca “kumar masası”na sürmek isteyen bir “tehlike” karşısındadır…
İçeride yaşanan “maskaralık”lardan söz etmiyorum… Bir partinin kurultayını bile yapamaması, açık ara önde giden başkan adayının “sus pus” olması, aman “kimse duymasın” denilmesi belki dünyanın umurunda değil…
Ama; bu toplumun eski, denenmiş ve dünyada zerre kadar bile bir iz bırakmamış politikalarla çözüm karşıtı, ayrılıkçı bir “kuru kalabalık” ya da bir “ümmet toplumu” olarak gösterilmesi, artık “ihanet” boyutlarına ulaşmak üzere…
BM Genel Sekreteri’nin Özel danışmanı Sayın Lute’a “söylenenleri” yurtsever hiçbir Kıbrıslı Türk’ün kabul etmesi mümkün değil…
Döktürdüklerimize bakar mısınız?
  1. Kıbrıs Rum tarafıyla uzlaşı ve işbirliğini başarmanın en iyi yolu, müzakereler yoluyla ve bir takvim zemininde ulaşılacak eşit uluslararası statüde iki egemen devlettir.
  2. Böyle bir uzlaşıya, ciddi siyasi ve ekonomik kâr ve her iki tarafın da güvenliği alanında olumlu sonuçlar eşlik edecek.
  3. Bu çerçevede sınırların, mülkiyetin, güvenliğin ve iş birliğinin geniş ölçekte düzenlenmesi yöntemi bulunabilir. 
  4. Yine AB meselesi de aynı çerçevede karşılanacak. 
  5. Sayın Tatar; iki toplumun, eşit uluslararası statüde iki egemen devlete dayanacak nihai ilişki statüsünün müzakerelerin sonunda ortaya çıkacağına inanıyor. Bu nedenle tercih edilen iş birliği modelini peşinen isimlendirmememiz gerekir.
 
BM’nin “KKTC’nin tanınmamasını talep eden kararları” ortada dururken…
BM Genel Sekreteri Guterres’in 30 Haziran Belgesi ortada dururken…
1977-79 Doruk Anlaşmaları ortada dururken…
Hristofyas-Talat yakınlaşmaları ortada dururken…
Şubat 2014’te imzalanan Eroğlu- Anastasiades anlaşması ortada dururken…
Ekim 2019 Akıncı-Anastasiades anlaşması ortada dururken…
BM Genel Sekreteri’nin temsilcisine; “Bütün bunları yok sayın, iki egemen devlet istiyoruz” demek, 7.8 milyar insana, BM üyesi 200’e yakın devlete meydan okumak demektir…
Üstelik de müzakere, işbirliği ve uzlaşı da istiyoruz. AB üyeliği de istiyoruz…
Hatta; “müzakere edelim, adını koymayalım, en sonunda egemen iki devlet yaratalım” demek cüretini de gösteriyoruz…
Sayın Lute’un bunları dinlerken yutkunarak “Bu yeni yönetim ne kadar da çok akıllı ve kurnaz” demeyeceğinden eminim…
Nezaketi nedeniyle; “Siz aklınızı peynir ekmekle mi yediniz?” diye sormayacağından da eminim…
Ama bir şeyden daha fazla eminim…
Kıbrıslı Türkler; BM gözünde “çözüm istenci” yüksek bir toplumdan, “imkânsızı” talep eden bir “ahali”ye dönüşmeye izin vermeyeceklerdir.
Gençler ve sokaklar bunu söylüyor…