30 yılı aşkın denetim ve mali işlerdeki çalışma hayatı, sınır tanımayan çeşit türlü suistimallere tanıklık etmeme ve araştırmama olanak sağladı. Yakınımdaki çalışma arkadaşlarımın parçası oldukları suistimalleri ortaya çıkarmayı da tecrübe ettim. En zoru da bu oldu.
Bu tecrübeme istinaden denetim ve kontrol iklimi ile ilgili bazı önyargılarım oluştu.
Örneğin bir kurumdaki toplam sayının belli bir yüzdesinin önüne tutarını bilmediğin milyonları koyup akşam bıraksan sabah bir kuruşu bile eksilmeden geri alırsın. O parayı saymadan emanet ettiğini bilse bile gözünü kırpmadan ve elini de o paraya sürmeden nöbetini tutan insanlar vardır.
Diğer taraftan aynı kurumun içinde küçük bir yüzde vardır ki nefes aldıkları her an hile ve hırsızlık nasıl yaparım diye düşünmeden kendilerini alamazlar. Genelde geç fark edilir ama öyle bir noktaya gelirsin ki bu kesimin elini sıksan hemen sonrasında parmaklarını tam mı diye sayarsın!
Kurumdaki denetim ve kontrol mekanizmalarını birbirine zıt ahlaki değerler ve motivasyon taşıyan bu iki gruba göre kurgulamazsın.
Birinci gruba göre kontrol mekanizmalarını kurgulamak naiflik, ikincisine göre de maliyetli olur. Her iki durumda da kurumun süreçlerini kilitler kaosa zemin hazırlamış olursun. Birbirine zıt bu iki uç grubun dışında kalan, sayıca çok daha geniş kitlenin olduğunu varsayarak kontrol mekanizmalarını dizayn etmek aklın yoludur.
Bu geniş yüzdeyi oluşturan kesim genelde karşılık beklemeden iyilik yapan, onlara yardım için adım atana koşanların içinde bulunduğu “ahlaklı” bir kesimdir. İçlerinde suistimal yapıp yakalanırsam ne yaparım endişesini taşırlar. Toplumda da karşılığı olan bu ahlaklı iyiliksever kesimi her ne sebepten olursa olsun şeytanın dürtmesine müsait olmalarını önlemektir amaç.
Kontrol ve denetim mekanizması bu geniş grubun tabiri caizse şeytana uymaması üzerine dizayn edilir. Amaç onları yakalamak değil onlar nezdinde ortaya konan denetim ve kontrol olgusu ile ilgili yaratılması umut edilen algıdır. Denetim ve kontrol mekanizmalarının gücü onlara muhatap olanlarda yarattığı algı kadar güçlüdür.
Ama gel gör ki aldığı her nefeste şeytanlık düşünen kesimin sayısı ve yaptıkları ayyuka çıktıkça ve yaptırımsız kaldıkça günlük hayatın çeşit türlü anlık baskıları bu geniş kesimdekileri de zorlamaya başlar. Yanlış olduğunu bildikleri ve yapmamaları gereken adımları atmaya cesaretlendirme sonucunu doğurur. Yanlışları normalleştirir.
Kurum için çürüme ve içten çöküş (İngilizcesi “implosion”) o zaman başlar. Bu safhaya gelinmiş olması kurumun sürdürülebilir olması için büyük tehlikedir.
Bizim günden güne yaşadıklarımızla ve en son tanık olduğumuz reçete suistimali de bu içten çürümenin su yüzüne çıkan en son örneğidir. Münferit bir suistimal olarak görülmemeli ve yalnızca bu konu ile sınırlı önlemler alınmamalıdır. Uçtan uca ciddi bir gözden geçirme yapılmalıdır. Böyle bir çalışma için devlet dışından da destek alınmalıdır.
Devlet yönetimindeki kontrol ve denetim olgu ve algısının kontrolden çıktığının göstergesidir yaşadıklarımız. Adını bu şekilde koyarsanız doğru iklimi tekrar inşa etmek mümkün olur.
Devlet olmanın gerekliliği olan kontrol ve denetim olgusu, algısıyla birlikte yok olduktan sonra toplumdaki çürüme itibarlı olduğunu düşündüklerimizi de öğütmeye başlar noktaya gelmiştir.
Bunu kabullenmek ve bunun getirdiği inkâr sürecinden çıkmak zor olmaktadır. Adanın dışından biraz daha geniş bir perspektiften bakıldığında sanırım toplum olarak bu hissiyatı çaresizlik içerisinde bugünlerde tecrübe ediyoruz.