Kimisine göre vatan toprağının siyaseten nasıl savunulacağını gösterdi…
Kimisine göre Kıbrıs Türküne hayat veren heyecan veren bir kişilikti…
Türkiye’de bir kesim ona hayattayken “yaşayan tek Türk Milli Lider” dedi.
Kimisi de adadaki çözümsüzlüğün devamının mimarlarından biri olarak gördü.
Benim için onun farklı bir yönü yaşım ilerledikçe ön plana çıktı.
İş hayatında zorlandığımı hissettiğimde…
Farkında olmadan onun yolculuğunu referans aldım.
Düşünüyorum da bir yerde bilinçaltında kendi iç sesimin de telkiniyle ondan ilham aldım.
“Lider” yerine “yöneticilik” sıfatını onun isminin arkasına koyan bugüne kadar olmamıştır sanırım.
Aramızdan ayrılışının 9. yıldönümünü anarken onu yalnızca milliyetçi bir siyasi lider olarak değerlendirmemek lazım.
Daha geniş bir ortak paydayı ortaya çıkarıp gelecek nesillere salt Türk milliyetçiliğinin ötesindeki yönleri ile onu anmak lazım.
Onu dar bir çerçeveye oturtmak kolaya kaçmak ve haksızlık olur.
Çok büyük zorluklarla mücadele etmek adına insanları motive edip yönetmek sorumluluğunu üstüne almış çalışkan bir yönetici olarak da onu görmek lazım.
Rahmetli Denktaş’ın Kıbrıs sorunu ile ilgili izlediği politikaya ve görüşlerine katılırsınız ya da katılmazsınız ama Kıbrıs Türkü olarak zor şartlar altında göstermiş olduğu yöneticilik yetkinliklerinden siyaset üstü çıkarılması gereken öğretiler var.
O, ayni hayalleri paylaşan “hayal ortaklarını” bir araya getirebildiği…
İmkânsız gibi gözükenleri çok çalışarak değiştireceğine inanacak kadar idealist olduğu…
Ama hayalinin önündeki engelleri görecek kadar da sabırlı ve gerçekçi olduğu…
Ve engelleri kaldırmayı deneyecek kadar cesur olduğu için ilk önce çok iyi bir yönetici ve sonrasında da geçici değil kalıcı bir lider mertebesine erişti.
Denktaş’ın yukarıda kısa özetini sıraladığım yönüyle bıraktığı boşluk doldurulamadı.
Yalnızca bizim için değil.
Bu yönetim boşluğu Türkiye’yi de etkiledi ve ileriki günlerde görüntü odur ki artarak etkilemeye devam edecek.
Türkiye’ye verdiği hizmete rağmen gün geldi Ankara’daki hükümetlerle de zaman zaman ters düştü.
Böyle bir ters düşmenin sonucunda en sonunda siyasetten geri çekildi ama inandıklarından geri adım atmadı.
Bu hareketi ile Ankara’daki her hükümetin ‘’adamı’’ olmadığını da gösterdi.
Türkiye ile ters düşmesinin her iki taraf için hayati olan ilişkinin toplamını ve yaratacağı tahribatı düşündü.
Muhatapları davranışlarında göstermese de o olgunluk gösterdi ve çekildi.
Bu hareketi bundan sonraki nesle de paha biçilmez bir referans noktası olması lazım.
Sonrasında da susmadı. İnandıklarını yazdı ve konuştu. Benim gibi amatör yazı insanları için de ilham kaynağı oldu.
Bulunduğumuz coğrafyada demokrasi adına bunu onun yaptığı şekilde yapabilen kaç kişi çıktı ya da çıkabilecek diye durup düşünmek lazım.
Bu davranışı ile ömrünün son yıllarında, liderin çok sayıda izleyicisi olduğu için lider olmadığını içtenlikle izleyenleri olduğunda gerçek lider olunduğunu da gösterdi.
2010 Mayıs ayında İstanbul’da katıldığı bir konferansta onunla hararetli bir şekilde tartışıp geçmişte olsa da artık değişen siyasi iklimle ayni görüşte olmayan eski bakanlar ve diplomatlar “Türkiye Cumhuriyeti’ne büyük hizmetleriniz oldu ama şu andaki görüşünüze katılmıyoruz” dediklerine şahit oldum.
Ne kadar büyük bir tesadüftür ki, katılmadıkları görüşü de tam da bu günlerde gündemde olan federasyon bazında görüşmenin devamına karşı olan görüşüydü. Konfederasyon ve ayrı devlet alternatifini Türkiye’nin desteği ile geciktirilmeden zorlanması gerektiğinde ısrar ediyordu.
Bundan duyduğu üzüntüyü ve bir yerde hissettiği çaresizliği de akşam benim de son kez onunla birebir sohbet etme fırsatım olduğu yemekte sabırla mücadele etmemiz gerektiğini dile getirmişti. Sabır konusuna atıfta bulunmuşken deyip parantez açıp anlattığı anekdotu da bu yazının sonunda bulabilirsiniz.
Kıbrıs’a ileriye doğru Türkiye’nin çıkarları açısından Ankara ve Lefkoşa’dan bakan “kurumsal yapı” Denktaş gibi bir yöneticinin eksikliğini hele hele bu günlerde ciddi şekilde hissediyordur.
Denktaş ömür bırakıp gitti ama Türkiye’nin adadaki çıkarları artarak devam ediyor.
Türkiye’ye verdiği hizmet açısından rahmetli Denktaş ve bir araya getirdiği ekibin arayışı vardır Anadolu’da.
Niye mi?
Yine yöneticiliğin ilk anda akla gelmeyen başka bir boyutuna referans vererek değerlendirelim.
İyi yönetici işini yaptıktan sonra onu takip edenlere ‘’biz yaptık’’ hissini veren yöneticidir.
O, KKTC’nin kuruluşuna kadar olan süreçte bu duyguyu doyasıya yaşattı.
Şu anda siyasette adını tam koyamasak da eksikliğini hissettiğimiz ve O’nu farklı kılan yöneticilik özelliklerinden biri de bence budur.
Türkiye’nin çıkarları da bu hissi adadakiler kaybetmeye başladığında risk altına girmeye başlamıştır. Buna kimisi son derece yüzeysel bir bakış açısıyla toplumun bozulması olarak bakıyor. Bir kurum veya ülkeye olan aidiyet duygusunun erozyona uğramasının bir nedeni de ‘’biz’’ duygusunu ortaya çıkaracak yönetici ve ekibinin olmamasından dolayıdır.
Bunun için arkada bıraktığı Türk milliyetçiliğine dayanan görüşleri kadar rahmetli Denktaş ‘’yöneticilik’’ kimliğiyle de yattığı yerden seslenmeye hatırlanarak ve anlatılarak devam ettirilmelidir.
Denktaş beyin anlattığı anekdot: Yazıda referans verdiğim İstanbul’daki akşam yemeğinde Denktaş Bey sabırla verilen mücadeleye de ışık tuttuğu için tarihi değeri olan fıkra niteliğinde bir anekdot anlattı.
Hem onu hem de 37. ölüm yıldönümünü 15 Ocak’ta anacağımız merhum Dr. Küçük ve Merhum İsmet İnönü’yü gülümseyerek anmak için aktarıyorum.
Dr. Küçük ile Denktaş daha fazla yardım ve destek için Ankara’ya yaptıkları bir ziyarette İnönü ile görüşmeye gidiyorlar.
İnönü, Denktaş beyin ifadesiyle asık poker yüzüyle, Dr. Küçük ve Denktaş’ı dinledikten sonra özet olarak ‘’sabır göstereceksiniz, Türk sabırlı olur’’ deyip toplantıyı bitirir.
Dışarıya çıkarlar. Dr. Küçük, Denktaş’a dönüp ‘’bizi anladı mı, galiba boşu boşuna geldik be Rauf’’ der. Denktaş bey de ‘’şimdi tam boku yedik, bir de Türk olduğumuzu Atatürk’ün silah arkadaşı İnönü’ye ispatlamamız’’ gerekir diye cevap verir.
Yalnızca Kıbrıs Türkünün değil, Doğu Akdeniz’deki bugünkü gelişmeler sonucunda görüldüğü üzere Anadolu’nun da rahat uyumasının da mücadelesini veren iki liderimizi rahmetle anıyoruz.
Türk medyasının onları büyük ölçüde unutmuş olmalarını da Atatürk ve İnönü’yü belleklerden silme ve unutturma adına yapılanlara bakarak teselli buluyoruz.