Son birkaç yılda, başımıza gelen en güzel şey; herhalde yakın tarihimizde, küçük ya da büyük toplumsal roller üstlenen kişilerin “anı”larını içeren kitapların artmasıdır…
...Son birkaç yılda, başımıza gelen en güzel şey; herhalde yakın tarihimizde, küçük ya da büyük toplumsal roller üstlenen kişilerin “anı”larını içeren kitapların artmasıdır…
Hiç önem vermediğimiz “toplumsal bellek” geç de olsa yazıya dökülüyor…
50li, 60lı yılların bireysel yaşam detayları içinde harika değerde “kırpıntılar” buluyoruz…
Bu ülkede dolu dolu yaşamış, gizli ve açık roller üstelenmiş, sonra da “sırları ile birlikte” çekip gitmiş pek çok insanımız var…
Dr. Fazıl Küçük, Burhan Nalbantoğlu, İsmet Kotak, Hüseyin Gültekin, Nejat Konuk bunlardan sadece birkaçı…
İngiliz dönemini yaşamış, Cumhuriyet yıllarını gözlemlemiş, getto yaşamının acılarını tatmış, arkasından savaşla yüzleşmiş, ganimet döneminin “dönüştürücü” etkisini duyumsamış “renkli” yaşamlara sahip insanlarımız bir bir göçüp gidiyor...
Ancak, bu “eksilme” sürerken, bir yandan da eli kalem tutan bazı kişiler “anı defterleri”ni toplumun önünde açma cesaretini gösteriyor…
Turizm yatırımları ile tanınan Erdem Oskar, kendi çağdaşlarının önüne geçerek, harika bir iş yaptı ve güneyde, Evdim köyünde başlayan yaşamının inişli çıkışlı serüvenini bir kitapta topladı…
“Evdim nere, Girne nere…” adını taşıyan kitap; aslında Kıbrıs Türk toplumunun, son yetmiş yıllık yaşamına kocaman bir ayna tutuyor…
Okuyucu, İngiliz dönemi yıllarında, “fukara” Türk köylüsünün yol, su, elektrik mücadelesini anlamaya çalışırken, ilk sinemanın, “Şimal Yıldızı” gibi ilk Türk filmlerinin kültürünü nasıl biçimlendirdiğine tanıklık ediyor, “üzümlü ekmeğin” hikayesi ile savaşın soğukluğunu duyumsuyor…
Evdim köyü, 20li yıllarda adadaki Türk nüfusunun en yoğun olduğu bir “nahiye”… Erdem Oskar, burada bir bölgesel önderin, bir köy ağasının, 25 yıl muhtarlık yapmış “Hasan Efendi”nin oğlu olarak dünyaya geliyor.
İngiliz Okulundan sonra Londrada tarım okuyor. Köyünde büyük bir çiftlik kuruyor. Arkasından da Sultani üzüm yetiştirmeye ve ihraç etmeye başlıyor. 63-74 dönemindeki “getto” yaşamı içinde bile Evdim nahiyesi topluca kalkınmaya, köylüler zenginleşmeye başlıyor.
O günlerin detayları, insanı bayağı hayrete düşürüyor. Bir yaratıcı kişinin, bir yatırımcının girişkenliğinde kalkınma yoluna giren bir Türk bölgesi…
Tabii, TMT döneminde yaşanan bölgesel “tatsız” olaylar da “cesur” bir söylemle kitapta yer alıyor. Bölgenin “Tabur Komutanı” olan Erdem Oskar, açık yüreklilikle, hamaset yapmadan yanlışların altını çiziyor…
Bu arada “iş yaşamı”na ilişkin inişler, çıkışlar, yaşanan iflaslar ve başarılarla döşenmiş “deneyimler” de bol itiraflı bir yaklaşımla kitapta yer alıyor.
1974 Temmuzu, toplumun genelinin tersine, Erdem Oskar ailesine büyük bir “darbe” vuruyor. Tesisleri, çalışanları ve yüksek geliri ile kocaman bir üzüm imparatorluğu bir anda yok oluyor…
Varlıklı Oskar ailesinin bireyleri, İngiliz kampında çorba kuyruğundadırlar…
“Sonradan görme” bazı köylülerinin burada ve daha sonraları Çatalköy kahvehanesindeki “aşağılayıcı” davranışları onların kalbinde derin yaralar açar.
Bir valiz dolusu “koçan”la geldikleri Girnede sıfırdan yaşama yeniden başlarlar…
15 odalık bir yarım inşaatla otelciliğe başlar Erdem Oskar… Şimdi, beş büyük otelin sahibidir ve yanında 500ün üzerinde insanımız çalışmaktadır…
Otel inşa etmek için borç para ile “eşdeğerci”lerden Girnede milyonlar ödeyerek aldığı arazilerin öyküsü, mezbelelik halindeki bir bölgeyi cennete dönüştürmesi, ama hâlâ Lordos Apartmanları ile ilgili yaşanan çevre sorunları, sel baskını, kendisinden talep edilen rüşvetler, ölümle tehdit edilmesi, kumarhane olayı ve bu sektörde yaşananlar “samimi” bir anlatımla yer alıyor kitapta…
Özellikle Kıbrıslı Türk bir “yatırımcı”nın yaşadığı sorunlar, resmi makamların uyguladığı “ambargo” nitelikli ayırımcılık, TC Kalkınma Bankasının tutumu, çok açık bir dille eleştiriliyor ve kimsenin adını da saklamıyor Erdem Oskar…
“Sultani Üzüm Krallığından Turizm İmparatorluğuna”adını taşıyan bu kalın kitap, 80 yaşındaki bir Kıbrıslı Türkün ailesi ile birlikte yaşamını anlatırken; aslında toplumsal “değer”lerimizin aşınması, eskide kalmış dayanışma duygusuna duyulan özlemlere vurgu yapıyor… En önemlisi “renkli ve zengin” bir yaşam odağında, onlarca başarı öyküsü, insanlık dersi, yaratıcılık, girişimcilik ve tüm bunların topluma kazandırdıkları anlatılıyor…
Zengin, varlıklı bir Kıbrıslı Türk, savaş nedeniyle herşeyini yitiriyor ama sıfırdan başlayarak, büyük bir imparatorluk kurabiliyor…
Hazıra konmadan, herşeyi elleri ile lime lime dokuyarak başarabiliyor… “Bizde böyle Kıbrıslılığa özen gösteren, yatırım yaparken geleceği düşünen iş adamları var mıydı?” dedirten bir çalışma…
Kitap; yalnızca bireysel başarının öyküsü değil tabii… Seksen yıllık yakın tarihimizin panoramasıdır…
Haksızlıklarla, savaşla, ganimetle, üretimle, deneyimle rengarenk bir “tarih”in ayrıntılarında; gerçeklere dokunmaktan sakınmayan, cesurca, alçak gönüllülük ve samimiyet kokan bir anlatımla yazılmış olan bu kitabı herkese öneriyorum.