09 Ekim Cuma gecesi Girnede çok değerli bir arkadaşımla yemek sohbetinde iken, saat 21 sularında bu değerli arkadaşımın telefonu çaldı. Arama Güney Kıbrıstan geliyordu. Kısa bir konuşmanın ardından arkadaşım...
09 Ekim Cuma gecesi Girnede çok değerli bir arkadaşımla yemek sohbetinde iken, saat 21 sularında bu değerli arkadaşımın telefonu çaldı. Arama Güney Kıbrıstan geliyordu. Kısa bir konuşmanın ardından arkadaşım telefonu bana uzattı. Hem çok üzüntülü, hem de son derece kararlıydı gelen ses benden yardım istedi. Bu ses 15 yıldır ekonomik koşullardan dolayı Güney Kıbrısta yaşayan Neşet Ziyadan başkası değildi. Kendisi başından geçenleri anlatırken boğazım adeta düğümlendi. Kuzeydeki çarpık bankacılık ve faiz düzeninden dolayı yaşadığı toprakları terk edip Güneye kaçmak zorunda kalan Neşet Ziya yıllar sonra yabancı uyruklu bir kadınla evlenmiş ve bir çocuk sahibi olmuştur. Çocuğunun adını Fatih Sultan Mehmet olarak koyduktan sonra ise sorunlar yaşanmaya başlanmıştır. Henüz doğum kağıdını almaya gittiğinde bu çocuğun adının değiştirilmesine yönelik baskılara maruz kalmıştır. Ancak kendisi oğluna istediği bu ismi vermekte ısrarcı idi. Çocuğun doğumu ile beraber Rum hükümetinin verdiği rahatsızlıklar da büyüyerek devam etmiştir. Çocuğunun adından rahatsızlık duyan komşulardan mütemadiyen polise ve devlet kurumlarına şikayetler gitmiştir. Neşet Ziya bunların hiç birine aldırış etmemişti, ta ki işin içine sosyal hizmetler ve Rum istihbaratı karışana kadar. Son olarak dokuz ay önce oğlunun adının değiştirilmesi için sözlü baskı yapılırken, oğlunu elinden alıp, ona bir daha göstermeyeceklerine dair tehdit edilmiştir. Neşet Ziyanın maruz kaldığı bu ırkçı provokasyon karşısında milli duyguları kabarmış ve oğlunun adını değiştirmemekte ısrar etmiştir. Sosyal hizmetler polis eşliğinde gelip beş yaşındaki Fatih Sultan Mehmeti babasının elinden almıştır. Bunu yaparken ise çocuğuna iyi bakamadığını iddia etmişlerdir. Çocuk elinden alındıktan sonra aileye nereye götürüldüğüne dair hiç bir bilgi verilmemiş, oğlunu bulması engellenmiştir. Ne eğitimi hakkında, ne de nerede kiminle yaşadığına dair en ufak bir bilgi verilmemiştir Neşet Ziyaya. Sadece ayda bir kez kendisine çocuğunu getirip iki saatliğine gösteriyorlar. Küçük Fatih Sultan Mehmet ana dili olan Türkçeyi unutmaya başlamış bile. Artık çocuğun kendisine ait olmadığını, devlet himayesinde isminin de dininin de değiştirileceği kendisine söylenmiştir. Neşet Ziya çaresizlikten dolayı Haziran ayında Cumhur Başkanı Sayın Akıncı ve Anastasiadisden yardım talebinde bulunmuştur. Bu yardım talebi üzerine Halil Sadrazama bir rapor hazırlatılmıştır. Ancak raporun sonucundan bir şey çıkmamıştır. Üzerinden yüzyıllar geçmiş olmasına rağmen, İstanbulun fethini bir türlü unutamayan Rumlar beş yaşındaki küçücük bir çocuğu ailesinden kopartıp kendi öz benliği dışında şekillendirmeye çalışıyor. Babanın en büyük korkusu çocuğunun vaftiz edilip tamamen kendisinden kopartılmasıdır. Belki de bu dokuz ay zarfında vaftiz edilmiştir bile. Edilmediğini kim söyleyebilir ki bize? Devletimiz olaya gerekli ilgiyi göstermediğinden dolayı bir çocuğun hayatı başkalarının kararıyla şekillenecektir. Tam tersini düşünelim; bizim sosyal hizmetlerimiz bir Rum çocuğunu ailesinin elinden alsaydı neler olurdu? Muhtemelen tüm dünya ayağa kalkardı. Biz kendi insanımıza sahip çıkmakta özürlü müyüz? Orada sözde Avrupa hukuku ve insan hakları var, ancak Neşet Ziyanın haklarını kendi devleti aramazken onlar mı hakkını koruyacak?