Lefkoşa’da, “hayvansever” bir mahallede oturuyorum…

Önümde, arkamda, solumda, sağımda yer alan tüm konutlarda komşularım “hayvan”larla birlikte yaşıyor…

Karşı komşumun üç tane kocaman köpeği var…

Onları, evinin içine almıyor… Arka tarafta, başkasına ait bir arsa içine derme çatma olarak yaptığı hapishane görünümlü bir “Baraka”da yaşıyorlar…

Bu “sevimli” dostlarımız gündüz-gece demeden “7/24” havlıyorlar…

Çalışma masasının başına geçtiğimde “havlamaları” içimi yakıyor, dikkatimi dağıtıyor…

Köpeklerin genç sahibi evinin garajında oturup keyif yaparken “havlamalar” ona ninni gibi geliyor olsa gerek; köpeklerin havlamasına ilişkin hiçbir “gaile” taşımıyor…

Her akşam kulaklarımın içini koro halindeki bu “havlama” resitalleri dolduruyor…

Kızsam mı, öfkelensem mi bilemiyorum…

Bir süre önce Belediye’ye başvurdum… Üst düzeyde üç ayrı kişiye şikayetimi bildirdim. İlgili birimdeki kişi ile de konuştum. Geldiler, gittiler, ama sonuç sıfır…

Tekrar aradım, tekrar konuştum, yine hiçbir şey olmadı…

Kültürümde “fırt zırt” birilerini arama, şikayet etme gibi davranış biçimleri olmadığı için, pes ettim… Şimdilerde bu sorunla içiçe yaşamayı deniyorum… Belediye’ye vergilerimi bir tamam öderken, iyi duygular taşımıyorum…

Bu arada “Hayvansever” mahallemde, evimin diğer yanındaki eve genç bir çift yerleşti… Onlar da kocaman bir köpek aldılar…

Tabii, köpeği onlar da eve sokmuyorlar… Onlar da başkasına ait arka taraftaki tarla içine bir metre karelik zemini olan telli bir kafes yapıp köpeklerini içine koydular.

Zemini beton olan hapishane hücresi modeli kafes içinde yaşayan “dostumuz”u pek sevdim.

Kış sabahları, beton zemin üstünde kıvrılarak yattığı köşesinde onu soğuktan titrerken gördüğümde içim parçalandı…

İşte bu yüzdendir ki, o da “7/24” havlama seanslarında penceremin altında durmaksızın inlerken kızamıyorum…

Tabii bizim mahallede yalnızca “köpek sevgisi”nden söz edersek, kocaman bir kitleye haksızlık etmiş oluruz…

Kedi sevenler de az değil… Bazı komşularımın yirmiden fazla kedisi olduğunu söylersem abartmış olmam…

Bir tanesi, bunları kapısının önünde topluca barındırıyor ve gelip geçenler pis kokudan burunlarını kapattıklarında onlara hayretle bakıyor…

Geçenlerde, evimin arka tarafındaki avluda küçük ambar içinden sesler gelmeye başladı…

Miyavlamaya benzer bu sesleri takip edince bir de ne göreyim? İçeride, bizim komşunun ana “kraliçesi” kedi, doğum yapmış, oracıkta yavruları ile birlikte bana bakıyor…

Bu güngörmüş anne kediye kızacak halimiz yok tabii… Komşumuzdan sıkılmış olacak ki, bizim sıcacık ambarımızı tercih etmiş…

Tabii ona da teşekkürlerimizi sunduk… Ancak misafirliği uzun sürmedi, bir sabah yavrucuklarını toparlayarak komşuya geri döndü…

Bizim mahallede “hayvanseverlik” her geçen gün yeni boyutlar kazanıyor, bu konuda yeni bir kültür ve anlayış gelişiyor…

Örneğin kimse, köpeklerin neden “havladığına” aklını takmıyor… O daracık, hapishane gibi kafeslerde mutsuz olabileceklerini düşünmüyor… “Hayvan refahı” denilen bir değerin peşine düşmüyor…

Örneğin, şikayetimiz üzerine belediyeden ve polisten gelen uyarılar bir işe yaramayınca, kimse “uyarı”dan öteye birşey yapmayınca, mahallemizdeki “hayvanseverlik” nerede ise sınıf atladı…

Artık akşamları kafeslerinde sıkılan köpeklerini serbest bırakıyor komşularımız…

Evimizin etrafında, ana yolun içinde koro halinde havlayan köpeklerin “özgürlüğün” tadını nasıl da gürültü ile çıkardıkları görülmeye değer…

Evin garajına girerken hep birlikte arabanın peşine takılmalarına bayılıyorum… Büyük bir karşılama töreni ile garaj içine park ettiğimde dağılmalarını bekliyor ve arabadan öyle iniyorum…

Ne olur, ne olmaz? Tüm dostluğumuza rağmen, aniden bir “yaramazlık”la karşı karşıya kalmamak için tabii…

Geçenlerde hep birlikte torunlarımın üzerine doğru harekete geçtiklerinde büyük bir heyecan yaşamıştık…

Ne yazıktır ki “hayvan sevgisi” ile büyüyen torunlarım, bizim mahallede “hayvan korkusu”nu da yaşadılar ve bu korkuyu bir türlü üzerlerinden atamıyorlar…

Oysa onların “Happy”si evlerinin balkonunda yaşıyor ve hiç de havlamıyor…

Ne yazıktır ki mahallemizin sakinlerinden bir bölümü, hayvanların “serbestçe” ve ortalık alanda yaşayabileceklerini ve herkesin de onlara bakmakla yükümlü olduklarını sanıyor…

Köpeğinin barınağının kapısını açıyor ve koyveriyor…

Belediyenin, polisin, hiçbir kurumun etkin bir denetimi olmadığı için de bu “davranış” zamanla olağan hale geliyor…

Geçenlerde Belediye’den bir görevli işyerime gelmişti. Çalışanlardan birinin kayıtlı köpeği, arka tarafta bir barınaktaydı. Köpeği sordu. “Arkada” dedik. Gidip bakmadı bile. Sadece “Belediyeye yıllık harcını yatırmadınız. Cezası ile birlikte gidip ödeyin” demekle yetindi. Yıllar önce bu böyle değildi. Köpekler aşılanır, çip takılır ve ondan sonra para alınırdı. Yani ortada bir “hizmet” vardı. Demek ki bu da değişmiş… Varsa da yoksa da para…

Değişen bu değerler sistemi beni kahrediyor… “Hayvanseverliği”n bile bu kadar kılık değiştireceğini, belediye çalışanlarının bu kadar “umursuz” olabileceğini hiç hesaplamamıştım…

Yanılmışım…