Yaşamım boyunca Eylül’ü hep sevdim ben…

Özellikle Lefkoşa’nın Eylül’ünü…

Temmuz hep “yakıcı”ydı… Ağustos kavurucu, ama Eylül ferahlatıyordu insanı…

En çok da “salep”ini özlüyorum Eylül’lerin…

Mağusa Kapısı’ndaki hisarların üzerinde “nöbet” tutarken, mevsimin ilk “üşümesi” çıkar gelirdi…

Arkasından bizim “Grivas Amca”nın ipince sesi, gecenin karanlığında çınlardı…

-Saleeeeeeeeeep… Salepci geldi…

Bu sesle birlikte ilk sıcak “salep”le mevsimi açardık…

İçimizi ısıtan Salep gelirken, Eylül de gitmeye hazırlanırdı…

Sıcakla soğuğu buluşturan Eylül, yaşamın iniş çıkışlarında bir “köprü” gibiydi…

Bunaltıcı yaz aylarından sonra, dinginleşme ayıydı Eylül…

Sanki yeni başlangıçlar için toparlanma ayıydı…

Lefkoşa’nın Eylülleri’nin en çok da serin “kıvamını” seviyordum…

Ayın ortalarında ilk Salep’i içerken “Grivas Amca çok kaynatma” derdik, ay sonuna doğru ise “sımsıcak olmasını” isterdik Salep’in…

Kafesli mahallesinde, Tantin’in Hamamı’nın oralarda, Hasan Çavuş Barikatı’nda bir akşam; zifiri karanlık içinden bisikletle gelen birini görmüştüm…

-Dur, kimdi o? diye bağırmıştım…

Mücahitlik kuralıydı bu… “Dur, kimdir o?” diye bağıracak, arkasından da “parola”yı soracaksın…

Bisikletli adamcağız benim “delikanlı” sesimi (17 yaşındaydım) belli ki “adam yerine” koymadı…

-Grivas… Grivas… diye yanıtladı sorumu…

Benimle dalga geçmişti tabii… Mücahitlerin yakından tanıdığı yaşlı bir adamcağızdı… Akşamları “velesbit”i ile mevzileri dolaşarak Salep satardı…

O günden sonra adamcağızın adı “Grivas” olarak kaldı…

Her Eylül Salep sezonunu açar, üçbeş ay her akşam bize sıcak Salep satardı…

Ben, Lefkoşa’nın yasemin kokusuna veda ettiği Eylül’leri hep bu Salep kokulu akşamları ile anımsarım…

Bir de “zizziro”ların sesi soluğu kesilince anlardım Eylül’ün kapıya dayandığını…

Sakin Lefkoşa’nın sakin Eylül’ünün tabii ki “buruk” tarafları da vardı…

Mecidiye sokağından, Abdi Çavuş’tan geçen kadınlar artık çoraplıydı…

Daracık sokaklarda, kapı önleri muhabbetleri de içerilere taşınırdı Eylül gelince…

Geçen akşam; bir yaşamımdaki Eylül’lere baktım, bir de bugünkü Eylül’e…

Hatta geçen Eylül’ü anımsadım…

Ne kadar hızlı değişiyor yollar, sokaklar, insanlar, araçlar; ama özellikle de duygular…

Kendimi “Gelme Eylül, gelme… Korkuyorum…” diye çığlık atmak üzereyken yakaladım…

İçimi derin bir ürpertinin kapladığını duyumsadım…

İnanın Eylül gelirken korkuyorum…

Bu korku; “Nerede o eski Eylüller” nostaljisi ile yırtınmak değil…

Artık Salep içemiyeceğim, zizziroları uğurlamayacağım diye de değil…

1960’ların Lefkoşa’sına bir “kent” olarak bakmıyorduk, galiba bu yüzden içimiz rahattı…

Ama artık tabelalara Rumlar “town center” diye yazarken, biz “City center” yazıyoruz… Onlarınki kasaba, bizimkisi şehir… 

Üstelik devletin başkenti…

Ve biliyorum ki; bu Eylül, günlük yaşamım geçen Eylül’den bile daha az kaliteli olacak…

Biliyorum ki; bu kentin sokaklarındaki trafik Eylül’de tam bir “patlama” yaşayacak…

Biliyorum ki; bu yollarda tam 5800 Mersedes, 2438 BMW ve 2316 Jeep araç, seyrüsefersiz dolaşmaya devam edecek…

Biliyorum ki;  Öğretmenler Sitesi’ndeki evimden, her sabah çıkışta yaşadığım zorluk, köşe başlarına park eden araçların engelleri, Eylül ayında beşe, ona katlanacak…

Biliyorum ki; Eylül ortalarından itibaren okulların açılması ile upuzun araç kuyruklarında geçireceğim süreler iki üç misli artacak…

Biliyorum ki üniversite otobüslerinin, minibüslerin, okul servislerinin, dev çimento kamyonlarınınişgalindeki bu kent yollarında yayaların yürüme hakkı geçen Eylüle göre bile azalacak…

Biliyorum ki bu Eylül; bir öncekinde olmayan “ZET” araçlar, sağımdan solumdan fırlarken, sakin olmaya çalışmak ve sesimi yükseltmemek için kendime “terapi” uygulamam gerekecek…

Bu “ZET” rezilliğini başımıza açanlara sövmekten kendimi alıkoymak için çok çabalar harcayacağım…

Camları simsiyah kaplı “mafia” görünümlü mersedeslerin bu Eylül’deki performansları ise eminim geçen senekinden daha az olmayacak…

Biliyorum ki; her geçen gün sayıları artan yol kenarlarındaki kullanım dışı hurda araçların sayısı da çoğaldı…

Biliyorum ki; her sabah özellikle bu “hurda”ların yarattığı çevre kirliliğinin içinden geçerek ilerlemek bu Eylül’de beni daha çok kahredecek…

Gene her sabah; neden ama neden bu hurdaları olsun yol kenarlarından kaldırmıyorlar? diye hayıflanıp duracağım…

Neden bu kentin bir “Kent polisi” yok diye ağlayıp sızlanacağım Eylül boyunca…

Bu Eylül, gerçekten çok daha yoğun, çok daha sıkıntılı geçecek…

Lefkoşa’nın o serin Eylül’lerini bile boğucu bir mevsime dönüştürmeyi başardık…

Kaldırılabilir bir durum değil bu…