“Corona” sürecinde, sağlıkçıların onaylamadığı hiçbir öneriyi desteklemedim.
Hep; bilim insanlarının ne söylediğine odaklandım…
Cumhurbaşkanı’nın “Sağlıkçılar yol haritasını belirlesin, siyasetçiler de onu takip etsin” biçimindeki yaklaşımını ciddi bir “uyarı” olarak değerlendirdim…
K.T. Tabipleri Birliği’nin ne söylediğine önem verdim…
Hekimler Sendikası’nın hassasiyetlerini gözardı etmedim…
Harvard Üniversitesi Küresel Sağlık Sistemleri Bölüm Başkanı Kıbrıslı Türk Prof. Dr. Rifat Atun’un uyarılarına kulak verdim…
Dubai Genetik Merkezi, Moleküler Genetik Bölümü Başkanı Kıbrıslı Türk Prof. Dr. Erol Baysal’ın söylediklerine kocaman bir mercek tuttum…
Konunun “uzmanı” olmayan bir gazeteci için bundan başka bir yol izlenebileceğini sanmıyorum…
Bu yüzden bazı meslek erbabının “Corona uzmanı” kesilmesini, üst düzeyden “ağabeyi”lik taslamasını garipsedim, ciddiye almadım…
Ama daha da kötüsü; bu süreçte hükümet partilerinin sergilediği “performans”ın, topluma maliyetini acı acı hissettim…
Ne yazıktır ki, Başbakan’ın; “parti siyaseti” kokan her çıkışının kocaman birer “balon”dan ibaret olması, toplumun “toplam kalite” ve “marka” değerini, her Kıbrıslı Türkü incitecek derecede aşağılara çekmiştir.
Gülünç bir iddiası var Başbakan’ın; “Bu süreci çok iyi yönettik” dediği, kargaların bile güldüğü, kendi kendini aldatan iddia…
Bu konuda; “puan”lama yapılacak olsa, upuzun “rezillikler” listesi ile neyin yapılmadığı, neyin yanlış ve masraflı yapıldığı ve “vasat” bir yönetim becerisi dahi gösterilemediği görülecektir.
Sağlık’ta; Burhan Nalbantoğlu’nun yarım yamalak ve acilen “pandemi hastanesi” yapılması, sonra pişman olunması, bu dönemde özel bir hastaneye milyonlar aktarılması “iyi yönetim” belirtisi mi?
Bu hastanede hâlâ “normal”e dönülememesi, binlerce hastanın adeta süründürülmesi, cihazların bozukluğu, hasta haklarının çiğnenmesi karşısında “iyi yönettik” demek, toplumu “ahmak” kendini de açıkgöz görmek değil mi?
Acil hastasına, “biz katarakt ameliyatlarını iptal ettik, git 5 bin TL. ödeyerek özel hastanelerde ameliyat ol” diyen bir yönetim “iyi yönetim” mi?
“Pandemi hastanesi” konusunda Başbakan ile Sağlık Bakanı’nın birbirini “yalanlayan” beyanları ciddi bir devlette mümkün mü?
“45 günde hastane bitirilecek” diyerek, sosyal medyada “maskara”lıklara muhatap olmak “başarı” mı?
Devletin elinde “bitirilmesi” mümkün yarım inşaat binalardan söz edilmesi, şimdi de bazı bakanlıkları dolaşarak (Ekonomi Bakanlığı) uygun yer aranması “iyi yönetim” demek mi?
Bugün oldu, bu konuda dört beş kez karar değiştirdikten sonra, ansızın Başbakan’ın “200 yatak hazır” diyerek tekrar Burhan Nalbantoğlu’nda karar kılması, geldiğimiz nokta bakımından bir “felaket” değil mi?
Ekonomide de upuzun bir “rezillikler” listesi sundular topluma…
Irkçılık yaptılar… İşçinin kendi fonundaki parasını çar çur ettiler. Bütçeden bir kuruş katkı vermeden özel sektör emekçilerini sürüm sürüm süründürdüler.
Corona sürecinde bankalar ve müteahhitler için “ayrıcalıklı” fırsatlar yarattılar…
Yurttaşlarına “yalan” söylediler… İşletmelerden cezalı vergileri takır takır aldılar…
İnsan hakları ve demokrasi cephesinde ise; değil başarı, suç işlediler…
Hem de anayasal suç…
Toplumun, pandemi korkusu ile oluşturduğu hoşgörüsünü, fırsatçılığa çevirdiler, “normal”i katletmek için kullandılar…
Özellikle iki koalisyon ortağının parti başkanları “olağanüstü yetkiler”le “otoriter” bir hükümet modeli oluşturdular…
Biri kendi kendini “Barikatlar Bakanı” ilan etti…
Öteki ise hem sağlıkçı oldu, hem muhasip, hem bilim insanı…
Dünya Sağlık Örgütü’ne “dur şunda” dediler…
Türkiye’yi “A kategorisi”ne koydular, çıkarıp “B kategorisine” aldılar…
Bilim adamları “Hızlı test yanıltıcıdır, PCR yapın” dedi, onlar dinlemediler…
Siyasi amaçlarla Bilim Kurulu, Koordinasyon Kurulu, Danışma Kurulu ve bilmem daha kaç çeşit kurullar oluşturdular, ama “Salgın Hastalıklar Yasası”nın öngördüğü kurulları oluşturmadılar…
Kendi “kurul”ları ile ters düştüler, atadıkları üyeler bir bir istifa edip ayrıldı…
Böylece “bilim”in de canına ot tıkadılar…
Bütün bu “icraat”ların sonucunda ne oldu, biliyor musunuz?
Toplumu, 1 Temmuz’un “korku tüneli”ne soktular…
Herkesi yeniden ve sil baştan tedirgin ettiler.
İşte bu yüzdendir ki Başbakan; “1 Temmuz sonrasına hazırlıklıyız” dediğinde, kimse buna itibar etmiyor.
Çünkü herkes “hamaset” yaptığını biliyor…
15 Mart günü açıklaması gerekenleri, yani “Normal yatak sayısını, yoğun bakımdaki yatak sayısını, solunum cihazı sayısını artırdık” şeklindeki ifadeyi, tam 105 gün sonra açıklıyor ama kimse inanmıyor.
Toplum böyle “hamasi” çıkışlarla kriz yönetilemediğini görüyor ve acı acı gülüyor…
Başbakan Yardımcısı da bu kötü gidişin sorumluluğundan “sıyrılmaya” çalışıyor…
Ansızın o da “Endişeliyim” demez mi?
Tabipler Birliği Başkanı Özlem Gürkut da soruyor:
“Herkes ENDİŞELİ olduğunu söyleyince SORUMLULUKLARI azalıyor mu?”
Gerçekten “aklımızla” dalga geçiyorlar…
Bakın; Tabipler Birliği Başkanı ne diyor:
“Ben de endişeliyim, çünkü yalan söyleniyor gözümüzün içine bakıla bakıla.”