Etrafımızdaki coğrafyaya bakarak okumuş, kültürlü, aydın insanlar olduğumuzla ilgili bir marifetmiş gibi şükür edip övünüyoruz. Halbuki, bu tanıma uyan insan söylenene, uymayanlar da söyleyene bakar.
Değişen demografimiz ve darbe üstüne darbe alan “demokrasimiz” ile biz bu tanımlamanın tam da bu günlerde neresindeyiz diye bir kez daha düşünmemizde fayda var.
Söyleyene göre hareket edenler muhakeme yapmaktan her ne sebepten dolayı olursa olsun uzak durmayı peşinen kabul ederler.
Söyleyene göre yönünü belirleyip kendi aklı ile düşünmeyi bırakırlar.
Umursamaz bir tavır ile aklını kiraya verirler.
Peşinen söyleyeyim bunun ne sağcısı ne de solcusu diye bir ayırımı da yoktur.
Seçenlerin ve seçilenlerin ağırlıklı olarak böyle bir görüntü yaratmasının ve böyle devam etmek istemesinin sebebi ne olabilir diye irdelemek lazım.
Siyasetçideki bu davranış toplumda ya geniş bir destek buluyor ya da siyasetçi toplumda karşılığı olduğunu düşündüğü güçlü bir sürü psikolojisi varsayımına dayalı bir beklenti ile buna yatırım yapmayı kişi gözetmeksizin geniş kitlelerin sorunlarını politika üreterek çözmeye göre çok daha karlı bir siyasi yatırım olarak görüyor.
Seçenlerin mi yoksa seçilenlerin mi bu duruma sebep olduğuna karar vermekte zorlanıyorsanız, haklısınız çünkü doğru cevap her ikisidir. Tavuk yumurta ilişkisi misali hangisi bu duruma gelmemize sebep olmuştur artık çok da önemli değildir.
Bu siyasi anlayışta hangi siyasi görüşe bağlı olursa olsun problemlere çözüm nasıl üretilir, bunun için kiminle, nasıl iş birliği yapılır sorularının cevabı için çalışmak yoktur. Yaratıcı politikalar ortaya koymak, hesaplı risk alarak yeni çözümler denemek yoktur. Parti başkanı ve temsilcilerinin katılımı ile siyasi rekabetin somut çözüm önerileri üzerinden tartışılmasını sağlayarak siyasetin kalitesini artırmak hiç yoktur.
Devlet adamlığına uygun sonraki nesillere ışık tutacak hangi davranış içinde olunması gerekliliği ile ilgili topluma ilham verecek, rol modeli olacak bir davranış örneği ortaya koymak da yoktur.
Bu siyasi anlayışın gereği olarak olmayanların yerine başka şeyler vardır ama.
Örneğin bizim için hayati öneme sahip Türkiye ile ilişkilerin ‘’yalakalık ile efelenmek’’ arasında geldiği uç noktaların her ikisini de sağlıksız bulup sorgulayanların söylediklerine yönelik cevap yerine söyleyenler üzerinden polemik yaratmak vardır.
Birine karşı çıkarken diğerini savunur duruma düşürme çabası vardır.
Yetersizliklerini kavgayla gidermeye çalışan yandaşların da desteği ile
ya Türkiye’ye laf sokuşturmak ya da içimizde olduğu iddia edilen bir kesime hain diye laf sokuşturmak bol keseden vardır.
Mahalle kavgası yapabilme becerisi ile tepki oylarını pekiştirme hem yalaka hem de isyankarların ortak siyaseti olmuştur.
Başınızı kaldırıp bakın. Geldiğimiz nokta budur. Ve maalesef siyasetin bu hale gelmesinde “ağalık” değil “ağabeylik” yapmasını umut ettiğimiz Türkiye’nin son dönemdeki katkısı yadsınamaz derecede büyüktür.
Türkiye’de olduğu gibi yalakaların ve isyankarların arasına toplum bilinçli olarak sıkıştırılmıştır.
Siyaset adım adım Türkiye’deki gibi iki kutba sürüklenmiştir. Bunlardan biri yalakalığı diğeri de isyankarlığı temsil etme rahatlığında hareket etmelerinin yegâne sebebi her iki kutupta da söyleyene göre oy verecek olan birbirine zıt kitlenin oluşmuş olmasına olan beklentiden dolayıdır.
Türkiye’ye yalakalık ve Türkiye’ye karşı efelenmek noktalarında ne kadar pot kırılırsa kırılsın söyleyene göre hareket edeceklere güvenerek kendi siyasi geleceğini çantada keklik gören siyasi bir anlayış ülkenin tümünde “iktidardadır”.
Siyasetçi, seçmeni iki grupta görmekte ve değerlendirmektedir. Birinci grupta ekonomik bağımlılıktan dolayı aklını ve iradesini hiç sorgulamadan ve tabiri caizse “depozito” dahi talep etmeden kiraya vermeye dünden hazır partili ‘’koyunlar’’ vardır. İkinci grupta da sahip olduğu ekonomik imtiyazları ve statüyü koruma içgüdüsü ile dönemsel olarak savrulabilen ‘’gezgin eşekler’’ vardır. Bu iki varsayıma dayalı okumaya göre siyaset yapılmaktadır.
Geri çekilip sirke dönen hayvanat bahçesine çadır kuran siyaset kurumlarına ve anlayışına dur diyene kadar bu sürü siyaseti devam edecektir.
Bir kısır döngü içerisinde seçen ve seçilenin elbirliği ile oluşturduğu bu sürü psikolojisi, siyaseti bir tümör gibi sarıp siyasi tembellik ve beleşçiliğe sebebiyet vermiştir.
Sonuç?
Sınıfsal bir söylem olacak ama özellikle varlıklı, üst kademede gerek devlet gerekse özel sektörde kendine yer edinmiş ve kendisini güvenceye almış olanlar siyasetin girdiği bu girdaptan kurtulması için tamamıyla kendi çıkarlarını düşünmek yerine toplu halkın çıkarlarını partiler üstü bir şekilde seslendirmeye başlarsa siyasetin içine düştüğü bu durumdan çıkma şansı doğabilir.
Ezber bozacak hamle için koyun sürülerini sessizce seyreden merkezdeki “gezgin eşeklere” görev düşmektedir. Ses verilmezse er ya da geç bu naiflik onları da içine alacak şekilde hepimizi bitirecek.
Yaşananlardan ve gidilen istikametten dolayı Kuzeyde siyaset artık partiler üstü bir yaklaşım ile tavır alınması gereken bir emtia haline gelmiştir. Yeni bir siyaset anlayışı için büyük bir boşluk vardır.
Zaman içinde ana akım siyasete hâkim olmuş bu politika üretmekten yoksun ezberlenmiş davranış ve beklenti sarmalı siyasi hesapların temeline esas oldu. Partiler üstü bir toplumsal mutabakat ile bunun kırılması için gezgin eşleklere çok iş düşmektedir!
Malum, gezgin eşekler adanın gerçek sahipleridir! Koyunları da cesaretlendirecek olan onlardır.