Türkiyede son yıllara ve düne kadar yaşananlara dönüp baktımığımz zaman özgürlüklerin, paylaşımların ve demokratik hayatın “kıskaçta” olmasından ciddi endişe duymaktayım.  Yıllardır tutuklanan ve yargılanma süreçleri hiç bitmeyen gazeteciler, barış çağrısı yapan ve kurşun yağmurunda hayatını kaybeden barış sözcüleri, hukuk insanları....

Yıllar öncesinde bizim ülkemizde de bu tip olayların yaşandığını rahatlıkla hatırlayabiliriz... Bu hafta, anayasa ile korunan ifade özgürlüğünün temeline özet olarak değinmekte fayda olacağını düşündüm.

İfade özgürlüğü, demokrasilerin temel taşlarından hatta önkoşullarından biridir. En geniş anlamda ifade özgürlüğü; bir düşünce, inanç, kanaat, tutum veya duygunun barışçı yoldan açığa vurulmasının veya dış dünyada ifade edilmesinin serbest olması demektir. (1)

Bundan da anlaşılabileceği gibi, özgürlük, kullanma biçimi olarak korunması gereken pek çok ifade ve izhar biçimi vardır. İfade özgürlüğü sözlü ve yazılı anlatım, sanatsal gösterim, kişisel görünüm ve görüntü tercihi, gösteri, yürüyüş, toplantı yapma ve örgütlenme gibi özgürlüklerin hepsini içine alır. Örneklemek gerekirse, sadece kitap, makale, gazete manşeti yazmak ve yayınlamak değil; fakat aynı zamanda bir resim veya heykel yapmak, bir oyun sahnelemek, belli bir kıyafeti giymek, bir gösteri yürüyüşüne veya bir toplantıya katılmak, bir dernek veya topluluk kurmak da kişisel veya toplu ifade biçimleridir. 

İfade özgürlüğü elbette ki demokrasinin “olmazsa olmaz” şartlarındandır. İfade özgürlüğü toplumda kanaat-oluşumunun ve kamusal tartışmanın varlığını mümkün kılar ve  bu demokratik amaçların gerçekleşmesi bakımından vazgeçilmez bir unsurdur. Fikirlerin serbestçe dile getirilemediği bir toplumda kamusal meseleler hakkında sağlıklı bilgi/fikir edinmek ve neyin kamunun iyiliğine olduğunu hep birlikte tespit etmemize imkan verecek bir tartışma ve müzakere ortamını oluşturmak mümkün değildir. 

Bu çerçevede kamusal eleştiri yani kamu otoritelerinin, iktidarın (nefret söylemine mahal vermeyecek bir biçimde) alenen eleştirilmesi demokrasinin temel taşıdır.  Demokratik kamusal tartışma ancak özgür eleştiri ve meşru muhalefet sayesinde mümkündür. Eleştiri yoksa meşru sayılan bir muhalefet de olmaz.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin standartlarına göre İfade Özgürlüğü, her dönemde kişinin kendini geliştirmesinin vazgeçilmez bir unsuru, bireyin temeli olarak nitelendirilmektedir. Bu bakımdan ifade özgürlüğü demokratikleşme mücadelesi olmasının yanı sıra aynı zamanda bireyin kendisiyle mücadelesinin de özünü oluşturmaktadır. (2)

Yüzyıllar öncesinden, İktidarı kendisinde tekelleştirerek, hiçbir şekilde yanılmaz olduğunu söylemleştiren otorite, bu iktidarı elinde tutmak amacıyla her dönemde insanların dönemin mevcut düzenini sorgulamasının önüne geçmek için çaba sarf ederken aslında engellemeye çalıştığı ifade özgürlüğüdür. Bugün de farklı modellerde, farklı baskılarla ifade özgürlüğüne müdahele İktidarın sarsılmaması adına yapılan müdehaleler olarak nitelendirilmelidir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, bu konuda önüne gelen meselede,  bir müdahalenin demokratik toplum düzeni için gerekli olup olmadığını incelerken ilk aşamada hakka yapılan müdahalenin gerekli olup olmadığını göz önünde bulundurur. İkinci aşamada ise söz konusu müdahalenin demokratik toplum düzeni ile bağdaşıp bağdaşmadığı inceleme konusu yapılmaktadır.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası da ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğünün Anayasanın ilgili hükümlerinde ifade edilen belirli sebeplerle sınırlandırılabileceğini öngörmektedir. İfade özgürlüğüne getirilen kısıtlamaları değerlendirirken Anayasa Mahkemesi üç aşamalı bir test uygulamaktadır. İlk olarak Mahkeme, söz konusu müdahalenin kanunla yani Meclisin yapmış olduğu yasa ile öngörülmüş olup olmadığına karar vermektedir. İkinci olarak Mahkeme, özgürlüğün kısıtlanmasında meşru bir amacın varlığını incelemektedir. Üçüncü olarak ise Mahkeme, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihadına atıfta bulunmak suretiyle demokratik gereklilik testini uygulamaktadır. AYM ifade özgürlüğünün demokratik bir toplumun temel şartlarından birisi olduğunu sürekli olarak vurgulamıştır. Bu nedenle, ifade özgürlüğünü sınırlandırmak için kamu idaresi, böyle bir sınırlandırmayı gerektiren zorunlu bir toplumsal ihtiyacın yani zorlayıcı sebeplerin mevcudiyetini kanıtlamak durumundadır. Bugünün anayasa mahkemelerinin ifade özgürlüğünün muhakemesinde karşı karşıya bulunduğu üç temel zorluk söz konusudur. Bu zorluklar; (a) mahremiyet ve itibarın korunması, (b) terörizmle mücadele ve (c) İnternetin düzenlenmesi şeklinde ortaya çıkmaktadır.(3)  Elbette ki mahkemeler bu tip değerlendirmeleri yaparken hakkın özünü dikkate almalı ve kullanılamaz hale getirilmesini engellemelidir. Pek tabi aklımıza gelen ilk soru da, Türkiye Cumhuriyetinde bu işlemi yapacak olan mahkemelerin Bağımsız Mahkemeler olup olmadığı ve yargıçların atanma koşullarıdır.

Elbette, özgürlüklerin sınırlandırılmaları veya sınırları vardır. İfade özgürlüğünün sınırları konusunda doğru bir görüşe varabilmek için  hukuki zeminde çeşitli tartışmalar yapmalıyız. Ancak,  İncitici, yaralayıcı, devlete karşı oluşu, saldırgan veya zalimce görüşlerin bastırılması gerektiğini söylerken gerçekte “Benim hoşlanmadığım veya nefret ettiğim görüşler susturulmalıdır” demek istiyor olmayalım!

 

1-     * Mustafa Erdoğan, "Demokratik Toplumda İfade Özgürlüğü: Özgürlükçü Bir Perspektif", Liberal Düşünce, Sayı: 24, Güz 2001, Ankara, ss. 8-13.

2-     Menent Çelikboya, İstanbul Bilgi Üniversitesi, İnsan Hakları Hukuku Master Tezi.

 

3-     Zühtü Arslan, İfade Özgürlüğü: Demokrasi için Halen bir Önkoşul mu?